siiradami gunlugu icin tiklayiniz... etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Yaşam Ağrısı



Sıkıntılı bir hava vardı dışarıda. Yağmur yağacak belli ama, bulutlar damlaları doğurmakta zorlanıyordu sanki. Bir şairin şiirini ortaya çıkarmadan önceki sıkıntısını, bungunluğunu hissettiriyordu hava. Siyah bulutlar kaplamıştı gökyüzünü. Güneş gül yüzünü gizlemiş, gergin bir sıkıntı ortalığı sarmıştı.

Simge, yağmur öncesi sıkıntılı havayı camdan izliyordu. Aynı sıkıntı içine çökmüştü. Bilindik bir hikayenin, basit bir kahramanı gibi hissediyordu kendini. Gözlerinde düğümlenmiş yaşlarını özgür bırakmakla, bırakmamak arasında gidip geliyordu, vücudu anlamını bilmediği bir titremenin esiri olmuştu. Ruhunda dinmek bilmeyen bir fırtına hüküm sürüyordu. Azgın dalgalarının bedeninde coşmasının titremesiydi bu anlamını çözemediği titremeler. Aslında anlamınıda biliyordu ama, bilmezden gelmek daha kolay geliyordu onun için.

Gözleri tekrar karanlık bulutlara takıldı. Özlemle yağmuru bekliyordu. Sıcaktan çatlamış çorak toprakların hasreti vardı içinde ve umuyordu ki, yağacak yağmur tüm sıkıntısını alıp götürecekti. En azında öyle hissediyordu. Şu an hiç birşeyi, yağmurun yağmasını istediği kadar isteyemezdi.

Simge, düşüncelerinden diğer odadan gelen ağır inleme sesiyle ayrıldı. Bu sesler beyninde mayın gibi patlıyordu. Her inleme adeta kendi ağzından dökülüyor ve inlemelerin acısını kendi bedeninde yaşıyordu. Günlerce döktüğü yaşların yarı sebebi bu inlemelerdi. Çaresizliğin dal göbeğinde, tek başına olduğunu hissettikce korkuları büyüyor, büyüyordu içinde.

İnlemelerin arasında zorla ismini seçti. Yavaşça camın kenarından ayrılıp, diğer odaya doğru yöneldi.

Odanın kapısı açılır açılmaz, ağır, genzinizi yakan bir ilaç kokusu çarpıyordu yüzüne insanın. Loş bir odaydı. Havanın karanlık yüzüde ortalığa serilince, odanın loşluğu zifiri bir karanlığa dönüşüyordu. Odanın tam orta yerinde oksijen çadırıyla kaplanmış bir karyola vardı. Sağında solunda bir sürü elektronik aletler vardı. Odanın bir köşesinde. dört beş tane yanyana dizilmiş oksijen tüpleri göze çarpıyordu. Simge, her zaman yaptığı gibi odanın kapısını açtıktan sonra bir süre kapıda durakladı. Bu duraklama ölüm kokusu sinmiş odanın, ağır kokusuna ciğerlerini alıştırma duruşu gibi birşeydi sanki. Bir an tüm bedeni hareketsizleşiyordu.

Gözleri yatakta yatan, tükenmiş bedene takılıyordu. Çadırın dışına konmuş bir hoperlör, içeriye hastanın yakınına yerleştirilmiş mikrofondan gelen sesleri rahat duyabilmek için konmuştu. Yatakta yatan bitkin, hareketsiz bedenin yalnızca gözleri ve dudakları hareket ediyordu. Yatağı süzdü, süzdü, süzdü. Daha sonra yanına vardı. Hastanın kırlaşmış, seyrekleşmiş uzun saçları vardı. Yanakları iyice göçmüştü, gözleri, göz yuvarlarının dibine doğru kaymış, kaybolmuş, gözlerinin çevresi ağır bir mor rengine dönüşmüştü. Yüzünü kaplayan kırışıklar, gençliğinin güzelliğinden intikam alırcasına tüm yüzünü kaplamıştı. Bir zamanlar dolgun dudaklar, şimdi kırışıklar arasında kaybolmuştu. Bilekleri incecik kalmıştı. Teninin rengi kaybolmuştu. Ölümün soğuk rengi kaplamıştı tüm tenini. Kolları iğne delikleriyle doluydu. Simge, bu manzarayı beynine kazımıştı. Ama o odaya her girişinde, mutlaka bu ayrıntıları yeniden yeniden görür, inceler, beynine yazardı. Annesinin devasız hastalığa tutulmadan önceki, cıvıl cıvıl, hayat dolu, erkeklerin yüreğini ağzına getiren, Afrodit Kadın halini hatırlıyordu. O kadın, bu kadın mı diye için için ağlıyordu.
İçeriye yavaşça süzülüp, çadının yanına geliyor

Öylesine


ÖYLESİNE

Öyle bir zamandı ki bu; ellerin kutup ayazında buz keserdi. 

Gözlerinde terkedilmiş çocukların masumiyeti dururdu. Hayata anlam katmak için bakardın hep; yalnız yürümenin, birisiyle yürümekle arasındaki farkı anlatırdın. "Birlikte yürüdüğün kişiyle adımların aynı olmalı!" derdin. 

Yalnızlığa gömülmek acıdır, en basitinden sevmeyi bilmeli insanlar.


Terkedilmiş olan kelimelerden oluşturulmuş cümleler arasına sıkışıp kalmamalıyız. Hayatımıza yeni bir anlam yüklemek adına; pırıl pırıl kelimelerle konuşmayı becerebilmeliyiz. Bazen de hiç eskimeyen kelimeler kullanmalıyız; "gülümsemek" gibi, "mutluluk" gibi, "sevmek" gibi.

Acıların tufanına dur diyebilmektir aslında mutlu yaşamak.

İnsan güne, kendine "günaydın" diyerek başlayabilmeli. Kendisiyle başlamalı her güne. İvediyle uyunmuş bir uykunun artığı gibi yatakta bırakmamalı kendisini. Gözleri açıldığı anda yeni güne; ruhu da açılmalı. Evden çıkmak ızdırap olmamalı.

"Her yeni güne, taze bir günebakan gibi başlamalı insan" derdin...şiiradamı






RAKININ BÜYÜSÜ


RAKININ BÜYÜSÜ

Rakı içmek,
Sevdiğin bir kadınla sevişmek gibidir.
Önce küçük yudumlarla başlarsın;
Sonra yudumlar büyür
ama
Yutkunma yavaşlar...şiiradamı


Mevsimler Gibi Kadınlar


Mevsimler Gibi Kadınlar

Kadınlar sevdim, bahardılar;
Gönlümde çiçeklerle açtılar.
Kadınlar sevdim kıştılar;
Kar tufan estirdiler yüreğimde.

Kadınlar sevdim hazandılar;
Sarı sırma yapraklar döktürdüler.
Kadınlar sevdim yazdılar;
Hikayelerimin kahramanı oldular...şiiradamı



Şairin İdamı


ŞAİRİN İDAMI

Her şair kendi idamını yazar aslında tarihine
Kalemine kan düşer iktidarın kazanından
Kemirir cehalet körpe beyinleri
Tarih yandaşların egolarını okşar
Şair kurban şeçilir isyanın bayrağında

Milletin şiarıdır, geçmişin hafızasıdır
Keskin palalarla ağırca kazınır
Nehirler kusar, dağlar haykırır
Bir cenin düşer vatanın rahmine
Şair kör pusulanın yitik yönünde kalır.

Bir şair ağlar, millet susar, millilik düşer
vasiyeti seneden seneye geçer
Haykırmak zamanıdır ey halkım
Toprağın bağrını yırtmak tırnaklarınla
Bir şair ölür bütün sehpalar idam olur...şiiradamı





Hiç Yapmadığımızı Yapsak - şiiradamı

Ben Senden Önce Ölmek isterim

tut duslerimin ellerinden-selahattin yetgin

YALNIZIM BEN ÇOK YALNIZIM-NİL BURAK

vurgun- şiiradamı

Yeterki Gel De bana

Türkçe Üzerine Birkaç Özlü Söz

Türkçe'm, ses bayrağım.

~ Fazıl Hüsnü Dağlarca ~

Türkçe; ağzımızda, anamızın dili gibi helâl ve güzel olmalı.

~ Yahya Kemal Beyatlı ~

Bizim dilimiz, bir imparatorluk dilidir. Her dil imparatorluk dili olamaz. Çünkü her millet imparatorluk kuramaz.

~ Nihad Sami Banarlı ~

Gönlü ve sözü bir olmayan kişinin yüz dili bile olsa, o gene dilsiz sayılır.

~ Mevlâna ~

Bir ulusun bütün yönetimi bana bırakılsaydı, ilkin dilini düzeltirdim. Çünkü, dil düzgün olmayınca söylenen anlaşılmaz ve yapılması gereken yapılmadan kalır, böyle olunca töreler ve sanat geriler, adalet yoldan çıkar, halk çaresizlik içinde kalır. İşte bundan dolayı söylenmesi gereken başıboş bırakılamaz. Bu her şeyden önemlidir.

~ Konfüçyüs ~

Kamusa (sözlüğe) uzanan el, namusa uzanmıştır.

~ Cemil Meriç ~


Dilini kaybeden bir millet, herşeyini kaybetmiş demektir.

~ Peyami Safa ~

Bir ülkenin kanunlarının çiğnenmesinden sonra en büyük suç, dilinin çiğnenmesidir.

~ Walter Lanoor ~

Millet, edebiyatı olan topluluktur.

~ Balzac ~

Bana mükemmel bir lisan ver, sana büyük bir millet teşkil edeyim.

~ Leibniz ~

Kendi dilini tam olarak bilmeyen, başka dilleri de bilemez.

~ Bernard Show ~

Herhâlde münevver bir insanın, anadilinden en az 30.000 kelime bilmesini zaruri bulurum.

~ H. Saadettin Aral ~


Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır.

~ Ludwig Wittgenstein ~


Bir kimsenin ne söylemesi gerektiğini bilmesi yeterli değildir; nasıl söyleneceğini bilmesi de gerekir.

~ Aristo ~


Dil, insanın karakterinin bir parçasıdır.

~ Bacon ~

Ben insanlara yalnız anadillerini bilmedikleri zaman dayak atılmasına taraftarım.

~ Churchill ~

Konuşma, insanın aklını kullanma sanatıdır.

~ Eflâtun ~

Sözün doğrusu, dilin süsüdür.

~ Hariri ~

Dil sürçeceğine, ayak sürçsün daha iyi.

~ Herbert ~


Kuşlar ayaklarıyla, insanlar dilleriyle yakalanırlar.

~ Thomas Füller ~


Söz ola kese savaşı

Söz ola bitire başı

Söz ola ağulu aşı

Bal ile yağ ede bir söz

~ Yunus Emre ~

Gerçeği söylemek değil, anlatmak güçtür.

~ Cenap Şahabettin ~

Mavi Dünyam




Sana maviler derdim, kurşuni tan yerlerinden
Ağlamalara mahkûmiyetimi gülüşünle affedesin diye
Gözlerinin olmadığı derinlere gömdün sevdamı
Denizlerimden fırtınalarımı çaldın umarsızca
Eksik yanlarımı tamamlarken
Tamamladıklarımı eksilttin bir bir
Mavi şiirim derdin düşmezdim gül dilinden
Şimdi yokluğuna gizlenmiş ölümüm söyler adımı

Evimin odalarına sinen gölgeni kovalıyorum
Çay içtiğin bardaktaki dudak izlerini
En yakınımdaki uzak noktam oluyorsun
Seni içtikçe sensizliğim hiç dinmiyor
Kendimi kendime mahkum ettim artık
Yağmurlarım yokluğunun yasını tutuyor
Gecelerim en derin mezarlarım oluyor
Renklerim mavine tutunamıyorlar

Her bakışında korkak bir kaçkınım şimdi
Kelimelerinle yaralanıyorum durmadan
Yaralarımdan susmalarım sızıyor
Şiirlerimde yetişmiyor acılarımı dindirmeye
Terk edişinin terkisinden düşüyorum aniden
Düştüğüm yer, masmavi bir hüzün oluyor
Yoktan var ediyorum yokluklarını
Yorgun gözlerimle sana artık ağlamıyorum

Lalelerim hüzünlü bir maviye bulanıyor
Uykularında son renklerini veriyorlar
Yakamda sensizliğim asılı kalmış
Yollarım çıkmazlara çıkıyor durmadan
Ağlamalarımda şafaklarda duruyor
Kuşlara da yitirmeleri öğretiyorum
Bir türlü SENİ SEVİYORUM diyemiyorum
Senin yüreğinde beni bir türlü istemiyor

Düşümdeki Ağrım



Ağır bir yalnızlık kokusu tüter karanlık odamda
Sorgusuz korku kapanı düşler düşer uykularıma
Ay yüzünle sen belirirsin karanlığımın ortasında
Yeşil bir ışık olur sararsın, güçsüz düşmüş bedenimi
Uhrevi bir mutluluk dolar yüreğime ve sen fışkırırsın

Zamansız düşer yağmur taneleri kıraç topraklarıma
Bir can gider, çekip giden hayallerinle birlikte
Ceplerime doluşan sevda kaçkını kelimeler fırlar
Soğukluğunun düştüğü uykusuzluğumun üstüne
Beni titreten cümleler kurmaya başlarlar sensiz

İnsan olmaktan yılmışım, yıkılmışım ışıksızlığında
Bir daha yaşamak olsa, koşardım senin yokluğuna
Nasıl bir tutkudur ki, varoluşu yok oluşunda
Keskin bir esrar tadı gibi gezinir damarlarımda
Esrik başım, gözlerim kaybetmiş rengini

Zahiri yaşanmışlıklarda bulurum ruhumdan parçaları
Kaybettiklerim mi terk ettiklerim mi terk edenler mi?
Çıkıntı aşklar mezarlığıyken tüm duygusallıklarım
Seninle can bulan, ışığınla aydınlanan vaha oldum
Ölümün penceresinden seyirdeyken, yaşama savruldum

Eririm senin varlığının sıcaklığı altında
Yeniden yeniden doğarım körpe bedeninde
Hırçın aşk naraları atarken hayvani yanım
Yeni doğmuş çocuktur sana duygularım
Senin sevginle gelişir büyür yaşarım

Meryem ana gibi kutsal bir varlığımsın benim
Yaratana her sığınışımda dilimde dualarımsın
Tatlı bir ayindir sana aşkım, tapınağım bedenim
Hiç durmaz, bıkmaz seni söyler durmadan dilim
Sen tek sevdiğim, hep seveceğim biricik sevgilim 


                                                                                                        şiiradamı


Küçük Bir Hikaye



Tuhaf bir hikaye.
Adam, hergün işten çıkar çıkmaz eve koşuyor ve bilgisayarının başına oturuyordu. Bilgisayarını açar açmaz ise direk mesaj kutusuna göz atıyor, gelen mesajları tek tek itinayla ve dikkatle okuyordu. Bu müthiş telaşı, heyecanı gözlerinden okunuyordu.
Gene yoğun gecen bir günün sonunda, evine doğru yol alıyordu adam. Bir an önce eve varmak, öncelikle hemen bilgisayarının başına geçip mesajlarına bakmak, akabinde güzel bir duş alıp, günün yorgunluğunu bedeninden sıyırıp atmak istiyordu. Öylede yaptı. İnternette yazıştığı, kendisini, kimliğini bilmediği, sanal adıyla tanıdığı ve sanal olarak aşık olduğu bayandan gelen iletilerini iştahla okudu. Akabinde cevaplarını yazdıktan sonra duşa gitti. Duşa giderken, yazıştığı bayanı, anlık mesajlaşmaya ikna edip, onunla birebir sohbet etmek ve onu daha iyi tanımak için çözümler düşünüyordu.
Yeni başlayan güne uykulu gözlerle bakan adam, işe gitmek için hazırlanmaya koyuldu. Uykusunun açılması gerekiyordu. Bunun için elini yüzünü yıkamak pek yeterli olmuyor, güzel bir müzik gerekiyordu. Her sabah yaşanan ritüel tekrarlanmaya başlamıştı. Müzik setini açtı ve müziği olabildiğince açtı. Tabi hemen akabinde geleceğini bildiği bir gürültü. Yan komşusu hiddetle duvara vuruyordu. İsteksizce müziği kıstı. Sabah hazırlığını tamamladı, müzik setini kapattı ve kapıdan çıktı. Tabi çıkar çıkmaz karşısında komşusunu buldu. Kadın, yıldırım saçan gözlerle ona bakıyordu.
Kadın; "Ya kardeşim, bu salaklığı her sabah yaşam zorundamıyız biz? Gece geç yattığımı defalarca söyledim ama sen hala aynı şeyi yapıyorsun, ayıptır ya!" Adam, yüzüne tatlı bir tebessüm kondurdu ve kadına; "günaydın, hoşçakal!" diyerek, arkasını dönüp çıkışa yöneldi.
Komşusu olan kadın, orta yaşlarda, bakımlı, güzel, alımlı ve yalnız yaşayan birisiydi. Ama, o eve taşındığı günden beri kadınla yıldızları bir türlü barışmamıştı. Hep ters olaylarda yüzyüze gelmişlerdi.
Adam yeniden, berbat geçecek bir güne adım atmıştı. Akşama kadar kafasında hep aynı soru dönüp duracaktı. "Bu kadın kim?" Kendi hakkında hiç bir ayrıntıya girmeyen ama, her yazdığı mailde adamı kendine biraz daha bağlayan bu esrarengiz kişi, adamın kafasını gerçekten çok meşgul ediyordu.
Aradan geçen zamanda, kadının tutumu biraz daha yumuşamış kendisi hakkında küçük ipuçları vermeye başlamıştı. En sonunda adam, kadını birebir yazışmaya ikna etmişti. Artık karşılıklı yazışıyorlardı. Adam kadını tanımak için altından girip üstünden çıkıyor, ağzından koparacağı cümlelerden birşeyler öğrenmeyi umuyordu. Gene böylesi bir sohbet esnasında, kadın adamın ummayacağı bir atak yaptı ve ertesi gün birlikte bir akşam yemeğine gidebileceklerini söyledi. Adam şok olmuştu. Hemen kabul etti. Bunun üzerine birbirlerine eşgallerini verdiler. Neden sonraki, nerede buluşacaklarını kararlaştırmadıkları dikkatlerini çekti. Tabi onuda kararlaştırdılar. Adam için, gece geçmek bilmediği gibi, gün de bitmek bilmemişti.
Ertesi gün akşamı, adam kadından önce buluşma yerine gelmişti. Heyecandan kalbi göğüs kafesinden firar edecek gibiydi. Sakinleşmek için küçük bir içkinin iyi gideceğini düşündü ve bir bardak viski istedi. Tam buluşma zamanı gelmişti. Adamın gözleri içinde bulunduğu ortamı geziyordu. O da ne? Gözlerine inanamadı. Her gün kavga ederek güne başlamasına neden olan komşusu karşısındaydı. Kadında adamı görünce şaşırdı. Kadın ayrı bir masaya oturmuştu. Bulundukları ortamda yalnız olan sadece ikisi vardı, ikisininde birisini beklediği her hallerinden belliydi. Bir süre sonra, adam cesaretini toplayıp komşusunu selamlamak için yanına gitti.
"Merhaba, nasılsınız?"
"Teşekkür ederim iyiyim ya siz?" Kadın zoraki bir gülümseme atmıştı adama.
"Teşekkür ederim. Halinizden birisini beklediğinizi anladım. Yanılıyor muyum acaba?"
"Evet birisini bekliyorum, ya siz?"
"Bende, ne şans değil mi?" Ve adam internette kullandığı takma adını söyleyerek o şahsı bekleyip beklemediğini sorunca kadının gözleri bir kat daha fazla açılmıştı. Sonra da kadının takma adını söyledi. Onlar birbirlerini bekliyorlardı. :)
Aynı masaya oturdular, tuhaf olan taraf, aradaki soğukluk bir anda kaybolmuş, yerini sıcak bir sohbete bırakmıştı. Uzun süre sohbet ettiler. Bu sohbet çok iyi bir arkadaşlığın başlangıcı olmuştu.
Bu ilişkileri tırmanmaya başlamıştı. Geçen zaman kadınıda erkeğide birbirlerine bağlıyordu. Özellikle adam, bir süre önce kavga ettiği komşusuna aşık olmuştu ve müthiş bir şekilde ona bağlanmıştı. Aşkları günden güne alevleniyordu. Yaşadıkları her anın tadını çıkarıyorlardı. Özellikle kadın, sanki bu birlikteliklerinin son birliktelikleri olduğunu düşünerek onunla oluyordu. Adam bunu hissediyordu. Bu ilişki uzunca bir süre devam etmişti.
Önlerinde, adamın işinden kaynaklanan kısa bir ayrılık söz konusu olmuştu. Kadın, sevgilisinin işinin gereğini yapmasının kendisini rahatsız etmeyeceğini, kısa bir süre ondan ayrı kalmaya dayanacağını söylemişti. Adam, şehirden ayrılmıştı. Ayrıldığı andan itibaren, telefonları hiç susmamıştı. İkinci gün, üçüncü gün.... Mesajlar, konuşmalar, "akşam yemeğini yedin mi?, dişlerini fırcaladın mı?" birbirlerini aramak, ya da mesajlaşmak için her şey bir vesile idi.
Dördüncü gün, kadının ne cep telefonu, ne ev telefonu yanıt vermiyordu. Mesaj için bilgisayar başında bekledi gelmedi, gönderdiği hiç bir mesaj ona dönmüyordu. Bütün gece kadın gelsin diye, kâh elinde telefon, kâh bilgisayar başında bekledi. Yüreğini bir kurt yavaş yavaş yiyordu. İçinde durmadan büyüyen bir korku ve telaş karışımı bir duygu vardı. Bu hissi yaşamak yerine adam, ölmeyi yeğliyordu.
Beşinci gün işlerini mümkün olduğunca hızlı bir şekilde halledip, şehire koşa koşa dönmüştü. Hiç bir yere uğramadan, hiç bir şeye bakmadan, korku, telaş, heyecan dolu bir tutumla kadının evine gitti. Kapı duvar olmuştu. Tam evine girerken, başka bir komşusu, selam verdi adama. Sonra kadın hakkında dedikoduya başlamıştı. Bu dedikodu da kadının hastaneye yatırıldığı ile ilgiliydi. Adam beyninden vurulmuşa dönmüştü. Hemen hastanenin adını öğrenerek, koşarak binadan çıkıp hastaneye ulaşmıştı.
İlk işi doktoruyla konuşmak oldu. Kadın, yoğun bakımdaydı. Zaten kanser yüzünden, kısıtlı bir yaşamı olduğunu bildiğini, kadının saatler içinde bu dünyayı terkedeceğini adama söyledi. Yoğun bakımda da olsa kadını görmek istedi izin vermediler.
Kadın sabaha çıkamamış vefat etmişti. Adam, kadınla birlikte ölmüştü adeta. Kadını son kez, morgda görebildi. Kadının ailesi gelip cenazeyi alıp gitmişti. O günden sonra ise, adam asla hayata eskisi gibi sarılamadı. Ruhu kadınla birlikte öbür dünyaya geçmişti.

NOT: Bu bir kurgu, ama yaşanılması imkansız bir olay değil. Bu hikayenin sizlere neler düşündürdüğünü, benimle paylaşmak lütfunda bulunursanız sevinirim. Hepinize teşekkür ederim. 


                                                                                                        şiiradamı

Aşk'ın Terennümü

a

Hayata dair ne var elinizde? Bu güne kadar yaşadığınız günlerin çetelesini hesaplayıp, bir bilanço çıkardınız mı? Hiç hayatın bir yerinde, gözlerinizden iki damla yaş süzülürken, geçmişe dönüp, "dün" sepetimizin içinde neler birikmiş?
İnsan, yaşayacaklarını seçemez ama tayin edebilir. Öyle anlar gelir ki, yaşam sofrasında önünüze, ya sofrada abur cubur ne varsa bitirir, büyük bir mide rahatsızlığı çekeriz; ya da ihtiyacımız olan kadarını yeriz, midemizde rahat eder.
Bir aşk insana neler yaşatabilir, düşündünüz mü? Mutlaka düşündünüz, veya yaşadığınız olaylar geçiyor şu an aklınızdan. Nasıl doyumsuzdur o aşk zamanları. Damarımızda kanımız deli gibi akar, gözlerimiz ışıl ışıl olur, müthiş bir adrenalin tüm hücrelerinizi yakar. Baharlar başkadır, yazlar başkadır, kışlar bambaşkadır. Hiç sevmediğiniz şeyleri sever, yaşayamadıklarınızı yaşarsınız. Hatta yaşamak istemediklerinizi bile seve seve yaşar bir hale gelirsiniz. Aşk öylesine ilahi bir kudrettir ki, bunu yaşayamayanlar, nasıl bir şey olduğunu bilmeyenler, onun olmadığından dem vurur, ahkam keser, ortalıkta bir et yığını olarak dolaşır dururlar.
Aşkın ilahiyetini ancak yaşayanlar bilir.
Aşkı bizler yaratırız sonra gene ellerimizle biz öldürürüz. Aşk ölüme hiçte yakın değildir. Hatta aşk ölümün ölümü olur çoğu zaman. Beceriksiz insanlar, evlilik aşkı öldürür gibi saçma söylemlerin arkasına gizlenip, aşkı yaşatmayı beceremediklerini gizlerler.
Aşk öyle bir bitkidir ki, ne ışığını, ne suyunu, ne toprağını kesinlikle, ne az, ne çok vereceksiniz. Her şeyi tam kararında vermelisiniz. En önemlisi, aşk İHANETİ kesinlikle affetmez. Belki, sevgiliniz(!), eşiniz(!) üçüncü kişiyi asla bilmeyebilirler. Haberleri olmayabilir ama; aşkın herşeyden haberi vardır. Siz aslında, partnerinizi aldatırken, kendinizi aldatıyorsunuz demektir. Çünki, hayatın en büyük armağanını, AŞK'ı ellerinizle öldürüyorsunuz demektir...
şiiradamı.
(aşkla dolu günler yaşamanız dileğiyle) 

                                                                                                                                 şiiradamı


İki Kadın İki Aşk



Aşk, insanın hayatını değiştiren, renkleri başka şekillere sokan, yaşamın girdaplarını kır yerlerine çeviren,
yüreğinizi kanatlanmış bir kanaryaya dönüştüren, gözünüzde bambaşka ışıltıların parlamasına neden
olan, tarifsiz bir duygudur.. Onu ancak yaşarsınız, anlatamazsınız....

Aylin ve Sema, ikiside aynı yaşlarda, hayatlarının aşklarını bulmuşlardı. Aynı mahallenin, küçük kızlarıydılar.
Onlar, aşklarıyla birlikte büyümüşlerdi. Sevdikleri delikanlılarda onlarla yetişip, büyümüş; erişkin erkek
olmuşlardı. Zaman su gibi akıp gitmişti. Yıllar yılları, günler günleri kovalamıştı. Erkekler, iş güç sahibi olmuş,
kadınlar, kendi mesleklerini seçmişlerdi. Hayat sınavının orta yerine gelmişlerdi. Bunu hepside hissetmişlerdi.

Kısa zaman aralığıyla iki genç kız, sevdikleri adamlarla evlenme kararı aldılar. Kararın alınmasından kısa süre
sonrada düğünleri oldu, rüyalarında büyüttükleri o mutlu günü yaşadılar. Artık onlar, evli kadınlar olmuşlardı.

Evlendikten sonra Sema ile Aylin, çok nadir görüşür olmaya başlamışlardı. Oturdukları yerlerin uzaklığı, işlerin
yoğunluğu, iş ve ev hayatını birlikte götürme çabası, bitmek bilmeyen bir mücadele onları içine çekmiş öğütüyordu.
İstanbul'un ağır yaşam koşulları, iyiden iyiye bitkin düşürüyordu insanları, Aylin ve Sema'da o insanlardandılar.

Aylin evlendikten kısa süre sonra ağır bir rahatsızlıkla hastaneye yatmıştı. Uzun bir ilaç tedavisinden sonra
ayağa kalkabilmişti. Bu süreç içinde Sema ile bir ya da iki kez anca zorla görüşebilmişlerdi. Ama eşi, sürekli
aylinin yanında, çevresinde olmuştu. Onu asla boş bırakmamıştı. Tüm ihtiyaçlarına koşmuş, onunla bir çocuk gibi
ilgilenmişti. Hasta yatağında dahi onun saçlarını taramış, makyajını yapmıştı. Hastaneden sonraki iyileşme evresinde
elini soğuk sudan sıcak suya sokturmamış, evde sadece zorunlu ihtiyaçları için yataktan kalkmasına izin vermişti.
Evi temizliyor, yemek hazırlıyor, Aylin'e zevkle yediriyor, onu yatağına yatırıyor, bulaşıkları yıkıyor, çamaşırları yıkıyor
asıyor, Aylin'in ilaçlarını veriyor, yapılması gereken ne varsa yapıyordu. Daha sonra Aylin'in yanına uzanıyor, başını
göğsüne dayıyor, saçlarını okşayarak, küçük aşk nameleri söyleyerek, küçük öpücükler kondurarak uyumasını
sağlıyordu. Bunlar, Aylin tamamen iyileşip, ayağa kalkıncaya kadar devam etmişti.

Bu arada, Sema hamile kalmıştı. Hamilelik döneminde müthiş derecede gerginlik yaşamıştı. Bu gerginliğin üzerine
eşinin duyarsız kalışı, yavaş yavaş evden uzaklaşması, Aylin'in kilo alması, hamilelik zorlukları, ev işleri, sosyal hayat
eşinin ihtiyaçları derken, çıldırma noktasına gelmişti... Eşi, sabah erkenden çıkıyor, gece geç vakitlere kadar eve
gelmiyordu. Hatta arayıp sorma gereği bile hissetmiyordu.. Aylin kendi yalnızlığı içinde, derin dipsiz bir kuyuya
tepelemesine düşer gibi hissediyordu. Ruhu sıkılıyordu. Birilerine ihtiyacı vardı, konuşacak dertleşecek birilerine.
Aklına Aylin geldi. Uzun bir zamandan sonra Aylin'e ulaştı. Uzun uzun konuştular, Sema yaşadıklarını Aylin'e anlatırken
Aylin, yüzünde acılı bir gülümseme ile onu dinledi. Dinledi, dinledi dinledi. Sema'nın anlatacakları bittikten sonra,
Aylin'e sende ne var ne yok, diye sordu. Aylin'in ağzından çıkan ilk sözler "Allah'ıma şükürler olsun ki, ben eşimi
bulmuşum!" oldu. Sonra yaşadıklarını Sema'ya anlattı. Sema dinledi, Aylin'in sözleri biterken Sema birden hıçkırıklara
boğuldu.

Bu konuşmadan sonra, araya gene uzun bir zaman girdi Aylin ve Sema'nın. Aylin hayata ve eşine bir başka sarılıyordu.
Ona olan aşkı dahada büyümüştü. Çocukları olmuyordu ama onlar birbirlerinin hem sevgilileri, hem çocuklarıydılar.
Sema ise, evliliğinin en kötü dönemine girmiş, eşinden şiddet görmeye başlamıştı. Öylesine ki, kocası alkollü eve geliyor
zalimce onu dövüyordu.

Gene böyle içkili bir günde, gece yarısı eve gelen Sema'nın eşi, çıkan tartışma sonrası Sema'yı ölümüne dövmüştü, kaburga
ve kollarında kırıklar çatlaklar vardı, yüzü tanınmayacak bir hale gelmişti. Sevdiği adam yüzünden ailesinden uzaklaşan sema
ailesinden yardımda isteyemiyordu. Aklı Aylin geldi. Hastaneye kaldırıldığında, hemşirelerden onu aramalarını rica etti.
Hemşireler durumu ağır olan Sema'yı yoğun bakıma alırken, Aylin'i aradılar ve durumu anlattılar. Aylin en sevdiği arkadaşının
bu zor gününde yanında olmak için aceleyle eşiyle birlikte evden çıktılar. Eşi arabayı hızla sürüyordu. Bu arada Sema'nın eşi,
olay sonrası kaçmış, sokak köşelerinde saklanmaya çalışıyordu. Deli gibi bir oraya bir buraya çatıyor, sarhoş kafayla ne
yapacağını bilemiyordu. Çocuklarını komsuları sahiplenmişti. Aylin ve eşi, arabalarında hızla hastaneye doğru yol alıyorlardı.
Sema'nın eşi, bir sokak arasında iki keş ile tartışmaya başlamıştı. Aylin ve eşi bir an önce hastaneye yetişme telaşındaydılar.
Sema hastanede zar zor aldığı nefesle yaşama tutunmaya çalışıyor, komşusunda olan çocuğu ise, hıçkırıklarla ağlıyordu. Sema'nın
eşi, tartıştığı keşler tarafından, bıçaklanıp, bir çöp konteynerinin içine atılıyordu, aynı saatlerde Aylin ve eşinin otomobili, önlerine
çıkan bir hayvan yüzünden bariyerlere çarpıp taklalar atarak yolun kenarına savruluyordu, Sema'nın durumu dahada kötüye
gidiyordu. Doktorlar onu hayatta tutabilmek için var güçleriyle uğraşıyorlardı. Saat sabahın 4.30 u olmuştu. Polis telsizlerinden
kötü bir kaza haberi geçiyordu. Sema'nın çocuğu ağlamaktan yorgun düşmüş, derin bir uykuya dalmıştı, hastanede dokorların
uğraşları sonuç vermiş, Sema'yı hayata yeniden bağlamışlar, hayat fonksiyonlarını olağan seviyeye getirmişlerdi. Aylin ve eşi
arabadan kurtarılmışlardı. Aylinde küçük sıyrıklar vardı ama eşinin durumu çok kötüydü, araba bariyerlere çarpınca yan konsollar
ve ön panel eşinin birçok yerinin yaralanmasına, vücudunun kırıklar içinde kalmasına neden olmuştu..

Şimdi, Aylin ve eşide Sema'nın kaldığı hastaneye getirilmişlerdi. Aylin durumu iyi olduğu için ayakta tedavi görmüştü. Eşi yoğun
bakıma alınmıştı. Aylin Sema'yı tamamen unutmuş, eşinin derdine düşmüştü. Durmadan allaha yalvarıyordu "Allahım ne olur onu
benden alma!" Yalvarışları yerini bulmuştu, aradan geçen zamanda, Aylin'in eşi düzelmişti. Bu arada, hastaneye bir ceset
getirilmişti. Kimliği bilinmiyordu, kimin öldürdüğü bilinmiyordu, çöplükte bulunmuştu.

Aylin sonraki gün bütün bitkinliğine rağmen, eşinin başında kaldı. Neden sonraki Sema aklına düştü. Sema'yı soruşturdu, eşinin yattığı
odanın yanındaki odada yatıyordu, Sema'nın yanına gitti, arkadaşı henüz kendinde değildi.

Bu arada getirilen ceset, Sema'nın eşine aitti ama teşhis edecek kimse olmadığı için, otopsiye gönderilmişti. Sema acaba bu
durumu öğrenince ne düşünecekti.

Aylin hayatının erkeğinin bir an önce iyileşmesi için günlerce başında bekledi, bir yandan Sema ile ilgilendi, bir yandan eşiyle...

Aşk bazan insanı hayata bağlayan tek şey olabilir. Onu bulduğunuzda ona iyi sarılın 


                         şiiradamı

şiiradamı kimdir?

şiiradamı



Ben kimim?..................

Kendimi seviyorum;

Kendimi sevmezsem başkasını sevemem ki!
Ben sevmezsem kendimi, başkasından nasıl
beklerim beni sevmelerini! Ben sevilmeye
değer birisiyim. Kendimi sürekli seveceğim.
Kendime güveniyorum;

Ben zorluklarla başedebilirim. Sorunların
altında ezilmem. Insanlar bana güvenebilir.
Küçük çıkarlar için değerli olmaktan vazgeçmem.
Ben güvenilen kişi olarak kalmaya devam edeceğim.

Ben olumlu bakış açısına sahibim;

Bardağın boş tarafı yerine dolu
tarafını görürüm. Kötümserlik kime
yaramış ki, bana yarasın! Bakış açımı
sürekli geliştireceğim, dünyaya umutla
bakacağım, umut dağıtacağım.


Ben farklılıklara saygı duyuyorum;

Herkes farklı ve özeldir. Ben de farklıyım
ve özelim. Farklılıklara zenginlik diye bakarım.
Insanlara sadece insan oldukları için değer
veririm. Herkesin aynı olmasını beklemem.

Ben toplumun diğer bireyleri ile barışığım;

Herkesin bir önemi vardır. Herkesten
öğrenilebilecek birşey vardır ve ben iyi
bir öğrenciyim. Kendimle nasıl barış
içinde yaşamam gerekiyorsa; başkaları
ile de barış içinde yaşayacağım. Keskin
sirke küpüne zarar verirmiş, kendimi
öfkeden uzak tutacağım.


Ben çağa ayak uydururum;

Teknoloji ile barışığım. Teknolojinin
nimetlerinden yararlanırım ancak
esiri olmam. Bilgi çağının gereklerine
uygun şekilde bilgiyle donanırım.
Bilgiye ulaşmak, bilgiyi kullanabilmek ve
insanlığın hizmetine sunmak için elimden
geleni yaparım.


Yaşama seyirci kalmam;

Yaşam bir tiyatro sahnesi gibidir
ve ben bu sahnede oturmak yerine
oynamayı seçiyorum. Bu sahnede
oynayacağım rolün çok önemli
olduğunu biliyorum ve bu rolü
sadece ben oynayabilirim.
Yaşamın güzelliklerini farkederek
her günümü güzel yaşayacağım.
Yaşadığım her güzel gün için
kendimi yürekten alkışlayacağım.

Ben araştırmayı severim;

Ben güzeli, iyiyi, doğruyu bulmak
istiyorum. Bunun için de aramam
gerektiğini biliyorum. Araştırma
yapmazsam aradıklarıma kavuşamam.
Araştırma yapmak için de bilgiye sahip
olmam gerekir. Bu bilgiye bile
araştırma ile ulaşabilirim. Arayışlarımda
bilim bana yol gösterici olacaktır.


Ben üreten bir birey olacağım;

Sadece tüketici olarak kalmamalıyım.
Bir değer üreten olmalıyım. Üretim
aşamalarını öğrenmeli; kullandığım,
yediğim, içtiğim şeylerin birçok
kişinin emeğiyle, katkısıyla bana
ulaştığını bilmeliyim. Kendimi topluma
yararlı şeyler üreten bir kişi olarak
hazırlamalı, topluma ileride sunacağım
şeyler için şimdiden hazırlamalıyım.


Ben öğrenmeyi öğreneceğim;

Ezbere, kulaktan dolma şeyler
beni amacıma ulaştıramazlar. Herkesin
öğrencisi, herkesin öğretmeni olabilirim.
Öğrenirken bütün duyu organlarımı kullanarak
kalıcı bir öğrenmeyi sağlayabilirim. Sadece
insanlardan değil hayvanlardan ve
bitkilerden de öğrenebilirim. Dünyada
öğrenilebilecek pek çok şey var ve
bunların çoğu işime yarayacak,
ileride işimi kolaylaştıracak...
ne mutlu bana ki, ben öğrenmekten zevk alıyorum.


Sanatsal ilgilerim olacak;

Her şiir bana bir şey öğretmeli.
Her müzik parçası beni huzurlu bir
yere götürmeli. Her heykel beni şaşırtmalı,
çizgilerin dansını büyük bir hayranlıkla
seyretmeliyim. Sanata ve sanatçılara
saygı duymalı, bir müzik aleti çalabilmek
için çaba göstermeliyim. Korolar, sergiler,
sahneler, orkestralar, beyaz perdeler
beni bekliyor olabilir. Iyi bir izleyici olmakla başlamalıyım işe...
Zamanımı iyi değerlendireceğim;

Hiç bir şey zamandan daha değerli değildir.
Geçen zamanı geri getirmek mümkün değildir.
Harcadığım her saniye benim sahip olduğum
toplam zamanımdan eksiliyor. Onun için
mutlu olmak için, başarılı olmak için bir
saniye daha beklemeyeceğim. Şu anda
içinde bulunduğum an'ı değerlendireceğim.
Boşa geçirilecek bir zamanım yok benim.
Bazılarının boş zamanı olabilir ama benim
boş zamanım olmayacak. Dolu dolu yaşayacağım.


Yeteneklerimi sürekli geliştireceğim;

Yetenekli olduğumu biliyorum. Yeteneklerimi
geliştirmemin gerek kendime, gerekse
ulusuma karşı bir sorumluluk olduğunu
hiç unutmayacağım. Yeteneklerimin sürekli
kullanmakla gelişeceğini biliyorum. Eğer
onları kullanmazsam biliyorum ki körelecekler.
Yeteneklerimi sürekli geliştirmek için sabırlı,
ısrarlı, kararlı olacağım.


Okuyacağım, yazacağım;

“Bir kitap okuyan herşeyi bilirim” dermiş,
iki kitap okuyan “Bilmediğim şeyler de var”
diye düşünürmüş. Üç kitap okuyan ise
“Hiç bir şey bilmiyormuşum” dermiş. B
en sürekli okuyarak “Bilmiş” geçinenler
yerine, bilmeyen, öğrenecek şeyi çok
olanlardan olacağım. Sadece okumayacağım,
yazacağım da! Benim de bir öyküm var ve
bunu paylaşacağım. Sürekli yazarak yazma
yetimi geliştireceğim.


Paylaşımcı biri olacağım;

Bu dünya hepimize yeter, dünyayı paylaşacağım.
Dünyamı paylaşacağım. Umutlarım herkese yeter,
umutlarımı paylaşacağım. Sevgim paylaşıldıkça
çoğalır, sevgimi paylaşacağım. Bildiklerimi
paylaşacağım. Insanlara paylaşımcı olduğumu
göstereceğim. Hayvanlarla bu dünyayı
paylaştığımızı unutmayacağım. Bitkilerle de
bu dünyayı paylaştığımızı unutmayacağım.


Ben mutlu bir bireyim;

Mutluyum çünkü varım. Mutluyum çünkü
yaşıyorum. Mutluyum çünkü bu satırları
okuyabiliyorum. Yapamadıklarımı yapacak
zamanım olduğu için, ailemin beni sevdiğini
bildiğim için, zamanımı iyi değerlendirdiğim
için, arkadaşlarım olduğu için, üretmeyi
öğrendiğim için, kendimi sürekli geliştirebildiğim
için mutluyum. Diğer insanları tanıdığım için
ama dahası ben “Ben” olduğum için mutluyum.

Ben umutlu bir bireyim;

Umutsuzluğun çoğalarak büyüdüğünü biliyorum.
Ben umutsuz değilim. Umudumu sürekli biliyorum.
Umudum olduğu müddetçe var olacağımı
unutmayacağım. Umutsuzluk saçanlardan
uzak duracağım. Umudumu asla yitirmeyeceğim.
Her zaman daha yeni, daha farklı bir seçenek
vardır. Ben hep arayacağım. Umut benim diğer adım olacak!

Yukarıda söylenenleri içtenlikle, inanarak
söylediğime emin olmanızı istiyorum. Bunları
zaman zaman tekrar ederek kendime
daha da iyi olmak için söz vereceğim.
Yeni bir beni, ben yaratabilirim. Ben
neşeyle, umutla, mutlulukla dolu bir
yaşamı kendime armağan edeceğim.
Bunlar için harcadığım ve harcayacağım
zaman, çaba ve emek buna değecek biliyorum.

Ben güzel ve özel bir insanım. Benim gibi güzel
ve özel olan bütün arkadaşlarımı, buradan saygıyla selamlıyorum.

Güzel bir dünyayı bilinçli çabalarımızla kuracağız, buna tüm kalbimle inanıyorum.


Kışındayım



Sen gittiğinden beri benden
Yaşlarım pınarlarında kuruyor.
Günlerimin adını işkenceye çevirdim
çiçeklerimi sulayamaz oldum,
gönül pınarlarımda, akan seller kurudu
şimdi yokluğunun kışındayım
Nefessizliklerim kuru ayaz
çılgınlıklarım devasa çığ gibi
sen gittiğinden beri benden
Renklerimi yitirdim
çığlıklarım kanat çırpıyor
kararmış göz yüzümde..
şiiradamı

Yitik Kent




Ben yitik bir kent'im şimdi
sensizliğin buğusunda
ne arayanım va ne ağlayanım
ne soranım var ne soluğum
Bir nefes gibi tükettim hayatı
Ey aşk, uzak dur benden
onsuz seni bile istemiyorum
geceyi dayamışım şakağıma
karanlığıyla intihar ediyorum.
Her gün doğumuyla doğup,
karanlığın gelişiyle göçüyorum.
şiiradamı