şair etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

ŞİİRİN PİÇLERİ

su durdu
hava zifiri aydın
gözler alabildiğine karanlık

karın kızılı düşer zirvelere
şair adımına hüzün sürer
şiarı ufkun sonu olunca

saati öteye kurdunuz
zamansız ölümü zamanın
damıttınız köhneliğinizi beyinlerinizde

şiir bilişselliğin anası
kadın ıssız sokakta
bedeni serilmiş tezgahta

kaç adamın dölü
can bulur ki ölmüşlükte
mezar doğurur mu hiçliğinizi

bir baba düşünmek gibidir
kalemi şiire bulaştırmak
tezgahtaki bedeni süslemek

orgazmın tadı durur iliklerinizde
hangi kadın bıraktı bu kokuyu
kendini nerede unutmuştun

yitirilmiş veletlerin çocukları
yarınlara dipnot yazıyor
okumak beyninizi kemiriyor

sorgulamak yasaklandı günümüzde
insanın insanı sorgulaması
polisin insanı sorgulaması

otun dumanında demlenmiş sözler
harmanlanır sidik kokan meydanlarda
bir çocuk ansız can verir kaldırımda

öznesiz tümceler anlatıyor sizi
şiiri fahişeniz yaptınız bayım
piçlerinizi ortalıktap toparlayın...şiiradamı

Yaşam Ağrısı



Sıkıntılı bir hava vardı dışarıda. Yağmur yağacak belli ama, bulutlar damlaları doğurmakta zorlanıyordu sanki. Bir şairin şiirini ortaya çıkarmadan önceki sıkıntısını, bungunluğunu hissettiriyordu hava. Siyah bulutlar kaplamıştı gökyüzünü. Güneş gül yüzünü gizlemiş, gergin bir sıkıntı ortalığı sarmıştı.

Simge, yağmur öncesi sıkıntılı havayı camdan izliyordu. Aynı sıkıntı içine çökmüştü. Bilindik bir hikayenin, basit bir kahramanı gibi hissediyordu kendini. Gözlerinde düğümlenmiş yaşlarını özgür bırakmakla, bırakmamak arasında gidip geliyordu, vücudu anlamını bilmediği bir titremenin esiri olmuştu. Ruhunda dinmek bilmeyen bir fırtına hüküm sürüyordu. Azgın dalgalarının bedeninde coşmasının titremesiydi bu anlamını çözemediği titremeler. Aslında anlamınıda biliyordu ama, bilmezden gelmek daha kolay geliyordu onun için.

Gözleri tekrar karanlık bulutlara takıldı. Özlemle yağmuru bekliyordu. Sıcaktan çatlamış çorak toprakların hasreti vardı içinde ve umuyordu ki, yağacak yağmur tüm sıkıntısını alıp götürecekti. En azında öyle hissediyordu. Şu an hiç birşeyi, yağmurun yağmasını istediği kadar isteyemezdi.

Simge, düşüncelerinden diğer odadan gelen ağır inleme sesiyle ayrıldı. Bu sesler beyninde mayın gibi patlıyordu. Her inleme adeta kendi ağzından dökülüyor ve inlemelerin acısını kendi bedeninde yaşıyordu. Günlerce döktüğü yaşların yarı sebebi bu inlemelerdi. Çaresizliğin dal göbeğinde, tek başına olduğunu hissettikce korkuları büyüyor, büyüyordu içinde.

İnlemelerin arasında zorla ismini seçti. Yavaşça camın kenarından ayrılıp, diğer odaya doğru yöneldi.

Odanın kapısı açılır açılmaz, ağır, genzinizi yakan bir ilaç kokusu çarpıyordu yüzüne insanın. Loş bir odaydı. Havanın karanlık yüzüde ortalığa serilince, odanın loşluğu zifiri bir karanlığa dönüşüyordu. Odanın tam orta yerinde oksijen çadırıyla kaplanmış bir karyola vardı. Sağında solunda bir sürü elektronik aletler vardı. Odanın bir köşesinde. dört beş tane yanyana dizilmiş oksijen tüpleri göze çarpıyordu. Simge, her zaman yaptığı gibi odanın kapısını açtıktan sonra bir süre kapıda durakladı. Bu duraklama ölüm kokusu sinmiş odanın, ağır kokusuna ciğerlerini alıştırma duruşu gibi birşeydi sanki. Bir an tüm bedeni hareketsizleşiyordu.

Gözleri yatakta yatan, tükenmiş bedene takılıyordu. Çadırın dışına konmuş bir hoperlör, içeriye hastanın yakınına yerleştirilmiş mikrofondan gelen sesleri rahat duyabilmek için konmuştu. Yatakta yatan bitkin, hareketsiz bedenin yalnızca gözleri ve dudakları hareket ediyordu. Yatağı süzdü, süzdü, süzdü. Daha sonra yanına vardı. Hastanın kırlaşmış, seyrekleşmiş uzun saçları vardı. Yanakları iyice göçmüştü, gözleri, göz yuvarlarının dibine doğru kaymış, kaybolmuş, gözlerinin çevresi ağır bir mor rengine dönüşmüştü. Yüzünü kaplayan kırışıklar, gençliğinin güzelliğinden intikam alırcasına tüm yüzünü kaplamıştı. Bir zamanlar dolgun dudaklar, şimdi kırışıklar arasında kaybolmuştu. Bilekleri incecik kalmıştı. Teninin rengi kaybolmuştu. Ölümün soğuk rengi kaplamıştı tüm tenini. Kolları iğne delikleriyle doluydu. Simge, bu manzarayı beynine kazımıştı. Ama o odaya her girişinde, mutlaka bu ayrıntıları yeniden yeniden görür, inceler, beynine yazardı. Annesinin devasız hastalığa tutulmadan önceki, cıvıl cıvıl, hayat dolu, erkeklerin yüreğini ağzına getiren, Afrodit Kadın halini hatırlıyordu. O kadın, bu kadın mı diye için için ağlıyordu.
İçeriye yavaşça süzülüp, çadının yanına geliyor

Orospu Hayat



           Köhne bir barda oturuyorduk. Kaçıncı biraydi hatırlamıyorum; kafam kıvamına gelmişti. Yanımda oturup sözde bana eşlik eden piç kurusu, yalaka, bedavacı itin tekiydi. Hiç sevmezdim ama yalnız içmek istemediğim zamanlarda onu çağırırdım. Zira öyle zamanlarda köpek gibi içer, içkiyi sünger gibi çekerdim. Böyle zamanlarda, bu piçten başkası bana katlanamazdı. İki bira ismarladiğin zaman, gözünün önünde manitasını becersen oturur izlerdi, orospu çocuğu.
            
           Aslında bu tür piçlerden hiç haz etmezdim. Onu yanımda tutmamın tek sebebi, bana tahammül edebiliyor olmasıydı. Ona sorsanız yazdıklarımı çok seviyor, benim gibi bir yazar-şairle yanyana olmak, onun için gurur vericiydi. Yalancı piç, bir kitabımı bile okudumu acaba gercekten; neyse bunu ona hiç sormadığımı hatırladım. Kendime not; en kısa sürede bunu ona sormalıyım, gerçi çokta umurumda değil ya, çükümün hayranı.
            
           Biz piçle içerken, bara bir hatun girdi. Uzun kumral saçları vardı, göğüsleri iriceydi, incecik beli ve geniş, oval kalçaları. O an orada, üzerine atlayıp onu becermek istedigimi düşünürken yakaladım kendimi. Mini etekte yırtmaç ne seksi duruyordu öyle. Yok öyle böyle becermek istemiyordum; hayvan gibi tecavüz etmek, onu bağırtmak istiyordum. Ben bunları düşünürken koca burunlu hatun doğruca bizim masaya gelmişti. Onun hakkında kurduğum fanteziyi duysa ne derdi acaba diye düşündüm. İyi de, bizim masada ne işi vardı ki? Bir an gözlerimiz takıldı. Yılışık bir gülümseme oturdu yüzüne, sonra yanımdaki piçe dönüp elini uzattı.

"-Ne haber Serdar? Nasılsın?"

           Serdar ayağa kalktı, tokalaştılar. Piç kızın yanaklarından öperken adeta yaladı kızı. Bir an kıskanıp sinirlendim.

"-İyi be bebeğim! Sen Nasılsın?"  Dedi, kızın cevabını beklemeden;

"-Bak sana bahsettiğim yazar abim. Çok samimiyiz kendisiyle. Tanıştırayım; ................  nam-ı diğer; .......... Abi bu da Yeliz."

           Tanıştığımıza memnun olmuşmuyduk hatırlamıyorum. Sanırım kuru bir tokalaşmadan öteye geçememiştik. Yalnız ben hem şaşırmış, hem sinirlenmiştim. İt herif gene benim adımla pirim yapıyordu. Ama tecavüz edebileceğim hatunla beni tanıştırması hoşuma gitmişti. Kız hemen yanımdaki sandalyeye oturdu ve iyice bana sokuldu.

"-............ abi senin bir kitabını alıp Yeliz'e hediye etmiştim. Okumuş, bayılmış. Değil mi Yeliz? Sonra seni tanıdığımı söylediğimde; beni de tanıştırır mısın dedi. Haksız mıyım Yeliz?"

           Manyak adam; kıza hem soruyor, hem de yanıtlamasına fırsat vermiyordu. O sırada masaya gelen garson geçici süre susmasını sağladı. Yeliz'de bir bira söyledi. Ben hala adının Yeliz olduğunu öğrendiğim bu hatunu, o an masaya yüzü koyun dayayıp, arkasına geçip tecavüz etmenin nasıl olacağını düşünüyordum. O kalçaları tokatladığımı ve sert hareketlerle gidip geldiğimi. Onun nasıl çığlıklar atabileceğini düşünüp hayal etmeğe çalışıyordum. 

"-Şerefinize .........bey, sizi tanımak benim için büyük bir onur."

           Kızın güzel bir sesi vardı. Kalçaları gibi. tecavüz ederken ne derdi acaba; küfür mü ederdi? Kaçamaya mı çalışırdı? 

"-Şerefinize Yeliz hanım. Sizin gibi hoş ve kibar bir hanımefendiyi tanımakta benim için gurur verici."

           Yüzlerimizde sahte gülüşlerle bira bardaklarımızı tokuşturduk. Çıkan ses, ona tecavüz ederken, bedenlerimizden çıkacak sesi anımsattı. Ne kadar yavşak insanlarız diye geçirdim içimden. Piç, biradan her yudum aldığında, neden ağzını şapırdatıyordu ki? Fırlayıp, suratının ortasına kallavi bir kafa darbesi indirmeyi istiyorum. Kendimi zor tutuyordum. Ben bu kıza neden tecavüz etme isteğiyle doldum ki?

           Bir an hepimiz susuyoruz. Gözlerim barın içinde geziniyor. İçerideki herkesin alnında kocaman orospu çocuğu yazıyor sanki. Köşede oturan kadın, çıtır erkek düşkünü. Her hafta bir çıtırla geliyor buraya. Belki de, jigolo servisinden alıyordur onları. Şu piç kurusu olmasa adımımı bile atmayacağım bu bar ortamlarına ama beni sürükleyip getiriyor. Benim içmem için mekan önemli değil ki. Beyimizin kıçı bar sandalyesinden başkasında rahat etmiyor. Hatun, çıtırın dudaklarını vantuz gibi somuruyor. Acaba, kocası hangi orospuyu beceriyordur şu an. Kocasıyla sevişirken, bu çıtırların kendisini nasıl becerdiğini anlatıyor mu acaba? Ya da hayal mi ediyor? Kesin anlatıyordur. Kocası da, yatağa attığı üniversiteli çıtır orospuları nasıl becerdiğini ona, tatbiki olarak gösteriyordur.

            Onların biraz berisinde, icra dairesinde çalışan bir piç vardı. Gene, icradan düşürdüğü bir hatunu, yatağa atmanın yollarını deniyordu kesin. İcralık olan hatunlar, ona bir kere verdimi, bütün işleri halloluyordu.

            Barmen esrarkeş piçin tekiydi. Bara giren her garson kıza, önce esrar çektiriyor, sonra tuvalette beceriyordu. Onu hiç ayık görememiştim. İşe girerken, kalınca cıgaralık sarar; onunla güzelce dumanlanır, sonra da bardaki bulduğu her içkiyle sulandırırdı. Beynide iyice sulanmıştı. Bence onun kafasındaki beyin iyice sıvılaşmıştı. Ne konuştuğunu anlamak için büyücü olmak lazımdı. Yakında sulanmış beyni, gözlerinden fışkıracak ya da, burun deliklerinden akacak; kafatası iyice boşalacaktı. 

           Yeliz'e tecavüz ederken çok mu zevkli boşalırdım acaba? Vücudumun her hücresi titreyerek, ruhumda hissederek. Masturbasyon yapıyor mudur acaba? Serdar'la sohbete dalmışlardı, ben de tecavüze. Birden bana döndü ve;

"-Yazmak sizin için nasıl dir duygu?" Diye soruverdi. 

           Ne kabız bir karı ya! Sana tecavüz ederken, senin hissedeceklerin gibi.

"-Masturbasyon yapmak gibi!" Dedim. 

           Dedim ama hatundan öyle bir kahkaha koptu ki, bardaki herkes bize doğru tuhaf gözlerle baktılar. Sanırsınız ki, Erciyes'ten çığ düştü. Hoşuna gitmişti. Bizim avam tabakasının erkeklerinin tuhaf bir yaşam felsefesi vardır; "Bu hayat iki şeyin üstüne kuruludur; birincisi tıkınmak, ikincisi düzüşmek. Gerisi yalan!" İyi de öbür yaptıkların ne olacak et kafa. İşemeden ne kadar düzüşebilirsin ki?

            Masadan kalkıyorum. Helaya gideceğimi söylüyorum. Ayağa kalkar kalkmaz sallanıyorum ve kızın üstüne doğru kapaklanıyorum. Elim göğüslerine gidiyor. Belki de kasıtlı yapıyorum. Göğüsleri, göründükleri kadar dolgun ve sertti. Ben bu kızı düzmeliyim. Yok yok tecavüz daha zevkli olur. Doğrulup helaya gidiyorum. Memelerinin sertliğini hala hissediyorum. ben bir hayvanım. Kadınlarda yatakta bu hayvanlığımı seviyorlar ya zaten. Her orgazmdan sonra, sırıtarak sigarayı tellendirirken;

"-Hayvanın tekisin sen!" Diyorlar ya!

           Heladan döndükten sonra, köşede oturan hatunla göz göze geliyoruz. Bakışlarında tuhaf bir tiksinti görüyorum, hatta küçümseme. "Orospu!" diye geçiriyorum içimden. Sonra kıza bakıyorum. tatlı bir gülümsemesi var. Hoşlanıyorum.

            Biralarımızı bitirip, üçümüzde kalkıyoruz. saat oldukça ilerlemiş. Kaç içki içtik bilmiyorum. Hesabı ısrarla hatun kişi ödüyor. Benimle tanışmanın şerefineymiş.

            Bardan çıktıktan sonra, açılmak için biraz yürüyoruz. sokaklar bomboş. Sokak hayvanlarını saymazsak tabi. Onların bile bizden daha çok onurlu yaşadıklarını düşünüyorum. En azından, onlar birbirilerine tecavüz etmiyorlar. Ya da doğanın gerçeği buydu; bütün hayvanlar tecavüz etmeliler. Hiç düzüşmeseydik keşke. Çocuk yapmak için göbeklerimizi birbirine sürtmemiz yeterli olsaydı (bir yerde böyle bir şey okumuştum. Yeni evli bir çiftin komik eylemliliği). Hiçbir problem olmazdı o zaman. 

            Serdar müsade istiyor. Taksi çevirip gidiyor. Yeliz başıma kalıyor. Bana;

"-Bana gidelim, birer kahve içelim, hem de kitabınızı benim için imzalarsınız diyor. "

            Kadın beni yatağa atmayı kafaya koymuş; şu an planını hayata geçiriyor; diye geçti aklımdan. Sakın o da bana tecavüz etmeyi istiyor olmasın?

           İkimize de orta kahve yaptı; o aralık nasıl yaptı bilmiyorum, kıyafetini değiştirmiş, kalçalarına oturan, bacaklarının güzelliğini olduğu gibi ortaya saran bir şort, üstüne göğüslerini bütün güzelliğiyle sergileyen, aynı zamanda düz pürüzsüz teniyle, sırtınıda gözlerime sokan elbise giymişti. Gözlerimi ondan alamıyordum. Kahveleri içtik,y fincanları sehpaya koymamızla, hatunun üstüme atılması bir oldu. Kadın öpmüyor, adeta kemiriyordu dudaklarımı. Kucağımda kalcaları durmuyor, yılan gibi kıranıyor, kerkiniyordu. Ben şaşkın haldeydim. Ansızın yakalanmıştım. 

           O kucağımda kıvranıp, kerkinirken benim ellerim iki yana düşmüştü. Bir elimi tutup kalçasına, diğerini göğsüne koydu ve bastırdı. Memelerinin sıcaklığı tenimden içime öyle hızlı aktı ki; bir anda bende adrenalin tavan yaptı. O andan sonra bende koptum. Ne zaman soyunduk; kanepede ne kadar seviştik; hangi ara yatağa geçtik, kaç saat düzüştük; hiçbir ayrıntıyı hatırlamıyorum. İkimiz de halsiz şekilde uykuya dalmışız.

           Sabah ilk uyanan o olmuştu. Bir yandan vücudumu okşayarak, bir yandan şapır şupur öperek beni uyandırdı. Gözlerimin açıldığını gördüğünde.

"-Müthişti. Uzun zamandır böyle bir düzüşme yaşamamıştım. Hayvan gibi, defalarca becerdin beni dedi..."   



şiiradamı -  6/10/12

 


Şairin İdamı


ŞAİRİN İDAMI

Her şair kendi idamını yazar aslında tarihine
Kalemine kan düşer iktidarın kazanından
Kemirir cehalet körpe beyinleri
Tarih yandaşların egolarını okşar
Şair kurban şeçilir isyanın bayrağında

Milletin şiarıdır, geçmişin hafızasıdır
Keskin palalarla ağırca kazınır
Nehirler kusar, dağlar haykırır
Bir cenin düşer vatanın rahmine
Şair kör pusulanın yitik yönünde kalır.

Bir şair ağlar, millet susar, millilik düşer
vasiyeti seneden seneye geçer
Haykırmak zamanıdır ey halkım
Toprağın bağrını yırtmak tırnaklarınla
Bir şair ölür bütün sehpalar idam olur...şiiradamı





Şiir Üstüne Ahkâm

Şiir üzerine pek çok şey yazıldı, çizildi. Bunlardan benim için önemli olan bir yazıyı paylaşacağım. Hayatında hiç şiir yazmadım diyecek insan sanıyorum iki elin parmaklarını geçmeyecektir. Kalemi kağıdı alıp alt alta yazılan satırların toplamı şiir olabilir mi? Şiir, susadığımız zaman, eğilip içebileceğimiz mahalle çeşmesi ya da bir sebil gibi kullanılabilecek bir şey mi? Bir alt yapı, bir bilgi birikimi, yoğun bir sözcük dağarcığı dahası, derin bir toplumsal algıya sahip olmak gerekmez mi? Şiir yazmak kolay bir şey mi? Bu noktada, sevgili Turgay Fişekçi'nin Haziran-1999 tarihli PAPİRÜS dergisinde kaleme aldığı bir yazıyı aktaracağım. Turgay Fişekçi yalın bir dille bir okyanusu sermiş satırlarına.

İnsanlarımızın şiir diye anladıkları şeyin daha çok "manzume" ya da bir iç dökmenin ötesine geçemediği ortada. İç dökmek için de şiir yazılabilir ama bir yazılı metnin şiir olabilmesi çoğu zaman yeryüzündeki büyük tansıklardan birinin gerçekleşmesi gibidir. Şiir yazmak zor bir şeydir. Önce bunun kavranabilmesi gerekir. Kolay bir uğraş olarak görüldüğü sürece yazılanların şiir katına ulaşabilmesi çok güç. Şiir bir hayat ister. Ülkemizde şiir yazdığını sananların kaçının hayatını şiire verdiklerine bakmak gerekir. Böyle bir ölçüt oranı çok düşürecektir. Ardından da şiire adanan hayatın ortaya çıkardığı ürünlere bakmak gerekir. Bunların içinde Türk ve dünya şiirine katkı yapan, yeni anlatım olanakları yeni duyarlılıklar, yeni yaratı evrenleri ortaya koyabilen ürünler var mı ona bakmak gerekir. Bunlar olmadan, "Ben şiir yazıyorum", diyen şiir heveslilerini şair saymak olanaksızdır. Bunca çok şiir heveslisinin olması ne yazık, bugünkü şiir ortamımız için olumlu gelişmeler sağlayacak bir gizilgüç doğuramamaktadır. Çünkü en başta bu hevesliler, kendileri şiir yazdıklarından olsa gerek, geçmişin ve bugünün şiirini yani ustalarını okumak, daha da ötesinde incelemek gereği duymamaktadırlar. Yazıyor olmaları onlara yetiyor. Oysa şiir yazmak için önce şiirin ne olduğunu anlayabilmek bunun için de ustaları okumak gerekir. Son otuz yılımızın en önemli şiir kitaplarından Oktay Rifat'ın "yeni şiirleri"nin bugüne dek toplam satışı beşbin kadardır. Oysa son otuz yılda en az yirmi bin kişi bir şiir kitabı yayımlamak için dosyasıyla yarışmalara başvurmuştur.

Şiirin nasıl yazıldığı her şairin kendi bileceği iştir. Her şair farklı gereçlerden yararlanarak şiir yazabilir. Her hayatın da yazacağı farklı bir şiir vardır. Ne ki şair, bu kendisindeki farklı yanı bulup ortaya çıkarabilen, dahası bundan şiir üretebilen kişidir. Bunu anlayabilmek derin bir kültür ve duyarlığın birleşmesiyle olabilir ancak. Ortalama eğitim düzeyi üç yıl olan bu ülkede bunca çok şairim diye dolaşan insanın olması ancak kendini ve şiirin ne olduğunu bilmemekle açıklanabilir. Çok başka konularda olduğu gibi şiirde de kendini yeterince bilmeyen bir toplumuz.

Şiirin kimi ortak ilkeleri olsa da bunlar bir şiir yazarını şair yapmaya yetmez. Her şair kendine özgü yeni yöntemler, yollar bulacaktır. Benim başkaları için önerim olamaz, Nasıl şiir yazdığım ise ortada duruyor. Dileyen okur, üstünde düşünür. - T.F. 

Evet, sevgili Turgay Fişekçi'nin kaleminden dökülen bu güzel eleştiride, her okuduğumda farklı şeyler bulmuşumdur. Beni daha iyiyi aramaya itmiş, başucu yazılarımdan birisidir. Yazıda anlatıldığı gibi, bende kendi yolumda, kendi şiir efsanemi yazmak için sürekli okuyor, araştırıyor ve yazmaya çabalıyorum. Ne kadar başarılı olduğumu zaman onaylayacak ya da onaylamayacaktır.

Gerçek olan şu var ki, her kalemi eline alıp, birşeyler karalayanların kendilerine "şair" yaftasını yapıştırmaları, dünya düzleminde Türk şiirine katkı değil yıpratı getirdiği kanısındayım. Zira, okuma düzeyi çok düşük olan ülkemizde, okumadan şiir yazmaya kalkışan, dahası, hiç okumayan şairler olarak kendilerini ortaya atan kişiler, büyük bir erezyonun müsebbibi oluyorlar.

Her şiir, şairinin göz yaşlarıdır...şiiradamı