iskende etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Bataklık Gülü





          Bir kız tanıdım; kirli yüzünde beliren gülümseme bana, bataklıkta rastladığım göz alıcı güzellikte bir çiçeği anımsattı. Öyle bir çiçekki, mağrur, alımlı ve kendisi olmanın farkındaydı. Koca bataklığın ortasında yapayalnız olması onun için hiçbir şey ifade etmiyordu. Bu bataklığın biricik gülü olmak yetiyordu da artıyordu bile.

          Kız, gözlerime baktı. Onun gözlerinde çöreklenmiş karabulutları farkettim birden. Bir yanda eşsiz bir güzellik, diğer yanda çirkin bir ağırlık vardı. Gözlerim birden ellerine gitti. Kirli ama beyaz tenli ve pürüzsüz elleri vardı. Parmakları tornadan çıkmış gibi düzgün ve uzundu. Tırnaklarının yendiği belliydi. Şekilsiz yapıları, kızın tırnaklarını yediğini anlatıyordu. Birde o tırnaklar biraz uzatılsaydı, o parmaklara ne kadar güzel yakışırdı. İlkokula yeni başlayan bir çocuğun elindeki kalemin güzelliği gibi. Saçları darma dağındı. Yer yer yüzüne dökülüyordu. Kirli saçları yüzünde, sızan bir kan gibi duruyordu.

          Tekrar gözlerine takıldım. Hala ağır ve kara bulutlar vardı gözlerinde. Göz bebekleri hiç değişmiyor, tıpkı kör bir insanınki gibi bomboş bakıyorlardı. Ben üzerime alınıyor, bana baktığını zannediyordum. Acaba gerçekten kör müydü? Hani denir ya, güneş balçıkla sıvanmaz diye; bu kızın güzelliğini de, üzerine bulaşan kir ve pasak gizlemeye yetmiyordu. Hatta, o kadar kirli olması, güzelliğinin üzerinde bir aksesuvar gibi duruyordu.

          Bir an gözlerimi ondan ayırdım. Sürekli bakmaktan gözlerime oklar saplanıyordu adeta. Tekrar o yana baktığımda, yoktu. Onun olduğu yerde yaşlı bir teyze vardı. Beli hafif bükülmüştü. Üstü başı parçalanmıştı. Dışarıda kalan bir evsiz olduğu yorumu yapılabilirdi görünüşünden. Hemen oraya duvarın dibine oturdu. Saçlarını arkaya doğru attı. Bir sigara çıkarıp yaktı. İlk nefesini ağzından salarken dönüp bana baktı. Göz göze geldik. O gözler. Hala ağır kara bulutların gölgesindeydi. Teyze gözlerime baktı, beyhude bir gülümseme belirdi yüzünde, o gülümsemeyi de tanıdım. O muydu? Bir anda bu kadar yıl geçmiş olabilir mi?

          Hiç rüya mı görüyorum, yoksa gerçekliğin yanılsamasını mı yaşıyorum diye düşündüğünüz oldu mu? Ben yaşadım....şiiradamı   

Hayatın Senfonisi

          Gün geceye dönmeğe, aydınlık yerini karanlığa bırakmağa başlamıştı. Şehrin sokaklarını dolduran insanlar birer birer, dört duvar evlerine girmeğe, şehri gecenin karanlığına, sokak hayvanlarına ve evsizlerin egemenliğine bırakıyorlardı. Kentin sokak lambaları, karanlıkta parlayan fener böceklerini andırıyordu. Karanlık, kentin en ücra köşelerine kadar çöktükçe, gecenin müdavimleri yuvalarını terkediyor, kendi yaşamsal döngülerine dalıyorlardı. Apartmanları kaplayan pencerelerde, solgun ışıklar birbir yanıyor, betonun soğukluğundaki yaşamların sızıntısını solgun göstergeleri gibi duruyorlardı. Artık kentler, cehennem soğuğundan beterdi. Beton yığınlarını izleyen evsiz adam; "her ışığın olduğu yerde, bir insan topluluğu var. Ve kimbilir aralarında neler konuşuyorlar? Neler yaşanıyor nereden bilinir ki o soğuk betonların arasında? Kimileri birbiriyle tartışıyor, kimileri çok mutlu, kimileri üzgün. Kimisi, yeni evlenmiş ve yeni evlerindeler; kimisi, daha bir kaç saat önce çok sevdiği birisini toprağa vermiş, kimisi sevgilisinden ayrılmış, kimisi doğum yapmış, kimisi intiharı düşünüyor, bir evde yaşlı birisi son nefesini veriyor belki de. Başka bir yerde karısını döven cani bir kocanın anırmaları, diğer yerde bir adamın karın boşluğuna inen bıçak darbeleri var. Tuhaf insanlar, acaba onlarda düşünüyor mudur köprü altında yatanları?" diye düşünerek, yavaş yavaş mekanından çıkıp, soğuk kentin sokaklarında kendisine yiyecek aramaya gidiyordu. Yürüdüğü sokağı yeteri kadar gözlemlemiş ve başını her zamanki gibi önüne eğmişti. Ağarmış saçları ve sakalları birbirine karışmıştı. Belki yıllardır berber yüzü görmemişti. Ayağındaki eski potinler sağından solundan patlamıştı. Zaten tabanları da iyice incelmişti. Çöplere bakarken biraz daha iyicesini bulabilir miyim diye, yiyecek yanında ayakkabıda arıyordu. Pantolonu kirden meşin gibi olmuştu. Gören asla kumaş pantolon olduğunu söyleyemezdi. Dizleri iyice nezelmişti; ha delindi ha delinecek. Üzerinde, kirden rengini atmış, temizken ekoseli şık bir gömlek olduğu dikkatlice bakılınca anlaşılan bir gömlek vardı. Gömleğin içinde, gene çöpten bulduğu, geceleri soğuktan üşümesini oldukça engelleyen ince bir süeter vardı. Hepsinin üstünde, yakasının çizgileri kaybolmuş, dirsekleri delinmiş, yer yer yağ ve ağır kir lekeleri olan ceketi vardı. Allahtan bunlara sahipti. Yürürken sürekli ayak ucuna sabitlediği gözlerini kimsenin görmesini istemiyordu. Gizlediği bütün hayatını, görenlerin gözleri önüne seriveren halleri vardı. Kim gözlerini görse, "gözlerinde öyle bir büyü ve ışık var ki, sanki çektiğin acıları hüzme gibi ortaya seriyor!"  diyorlardı. Bunları duymaktan bıkmıştı. Zaten yaşanmışlıkların bıraktığı yaralar bir türlü kapanmak bilmiyor, üstüne üstlük insanlarda gelip o yaralara tuz basıyorlardı.

          Adam gece geç saatlere kadar sokakları arşınlamıştı. Birkaç yiyecek bulmuş ve mekanına, çok sevdiği köprü altına doğru yol alıyordu. Yolda birkaç polis arabası görmüştü. Polislerin hemen hepsi aşinaydı bu adama. Gece devriyelerinde zaman zaman gelip onunla sohbet ederlerdi. Zararsız birisi olduğu için elleşmezlerdi. Bir ara belediye kaldığı köprünün altından onu atmak istemişti ama polisler engel olmuşlardı. Doğrusu polislerden hiç beklemedikleri bir hareketti bu ve onu çok şaşırtmıştı. Gene de polislere teşekkür etmişti. Gökyüzünde ayın son dördün hali vardı. Çevreyi oldukça iyi aydınlatıyordu. Mekanına dönüş sırasında iki sarhoşa rastladı. İkisi de zil zurna olmuş, ayakta duracak halleri yoktu. Böyle insanlara hep acıyarak bakıyordu. Böyleleri için hep; "bir insan ancak bu kadar kendini acze düşürebilir!" diye düşünürdü. Zaten o, hep düşünürdü. Konuştuğunu gören pek az insan vardı onu tanıyanlar arasında. Sessiz, kendi halinde, kimseyle, hiçbir ilişkisi olmayan birisiydi. Asla dilenmezdi, yardım kabul etmezdi. Diğer insanların kendisine yaklaşmasını dahi istemezdi. O yüzden, gündüzleri çok nadir yerinden ayrılırdı. Geceler onun sığındığı liman gibiydi. Hem diğer insanları ondan uzaklaştırıp, rahat etmesini sağlıyor, hem de onu sarıp sarmalayıp koruyordu. Yorulmuştu. Mekanı olan köprü altına inebilmek için dik bir inişi yapması gerekiyordu. Bazı zamanlar bu dik küçük yokuşu inip çıkmak onun için azap olabiliyordu. Fakat, bu durum oraya diğer insanların uğramasınada engel oluyordu. Yorgun haliyle inerken düşmemek için azami gayret sarfetti. Tam yattığı yere gelmişti ki, olduğu yerde dona kaldı. Çevresine bakındı sonra yeniden yattığı yere baktı. Yatak olarak kullandığı ve çöpten toplayıp getirdiği çaputların üzerinde bir kız yatıyordu. Uyuyor muydu, sızmış mıydı belli değildi. Mırıl mırıl birşeyler çıkıyordu ağzından ama anlaşılmıyordu. Ne yapacağını şaşırdı, öylece kalakaldı bir süre. Sonra yavaş yavaş yaklaştı kıza doğru. Dikkatlice baktı kıza. Kızın güzel duru bir yüzü olduğu karanlıkta bile anlaşılıyordu. Anlayabildiği kadarıyla 20'li yaşlarında bir kızdı. Yüzünün bazı yerlerinde pircingler göze çarşıyordu. Kollarında ve boynundan gördüğü kadarıyla sırtına kadar uzandığını tahmin ettiği dövmeleri vardı. Neden yaptırırlardı ki şu dövme denen illeti? Kız, ikide birde sağa sola dönüp duruyordu. Galiba kabus görüyordu. Çekinerek ve ürkekçe kızın omzuna dürterek "şşşştttt!" dedi. Kız oralı olmadı. Tekrar denedi. Kız yine hiç oralı değildi. Hissetmiyordu bile. Sonunda adam daha sert şekilde dürtükledi kızı. Kız ani bir hareketle hoplayıp kalktı. Gözgöze geldiler. İkisi de put gibi oldukları yerde kaldılar. Neden sonra, kız birden kendisini geriye attı. Ellerini göğüslerini üzerinde çapraz yaptı ve pustu. Adam konuşmadan önce yattığı yeri gösterdi, sonra kendisini gösterdi. Burası benim demişti kıza işaretleriyle. Kız ürkek bakışlarını adamdan ayırmadan hafifçe başını salladı. Sonra adam, kız hiç orada yokmuş gibi çulunun üzerine oturdu. Kız arka tarafında kalmıştı ve hala ürkek şekilde bekliyordu. Adam yerine oturunca kız da olduğu yere yavaşça çömeldi.

          Adam çöplerden topladığı yiyecekleri önüne sermeğe başlamıştı. Kız hala ürkek bakışlarla onu izliyordu. Kızın kıyafetleri temizdi, düzgündü; pek te sokak kızına benzer tarafı yoktu. Saçları taralıydı, şampuan kokusu hala saçlarındaydı salladığı zaman buram buram kokuyordu. Ayakkabılarında marka vardı. Oldukça pahalı oldukları anlaşılıyordu. Adam, bulduğu yiyecekleri yemeğe koyulmuştu. Kız hiç umurunda bile değildi. Bir ara başını kıza doğru çevirdi ve elindeki yiyeceklerden ona sundu. Kız yok anlamında başını salladı. Adam tekrar önüne döndü ve karnını doyurmaya devam etti. Kızın çömelmekten dizleri yorulmuştu. Hemen olduğu yere oturdu, dizlerini karnına çekerek cenin pozisyonu aldı, kollarını dizlerine sardı ve başını da kollarının üzerine koydu. Belki düşünüyor, belki de uyuyordu. Adam yemek faslını bitirmişti. Eski ceketinin ceplerini yokladı. Bir cebinden yarım içilmiş bir kaç izmarit çıktı. Teker teker içti izmaritlerini. Sonra derin bir nefes çekip, huzurluca gerindi. Sonra ceketinin yakalarını kaldırdı. Yastık olarak kullandığı, içine bez parçalarını tıkıştırdığı poşeti yumuşattı. Sonra üzerine örtündüğü büyük, bahtaniyeye benzer bez parçasını düzeltti. Sanki kuş tüyü yatağa ve yastığı yatar gibi uzandı çulların üzerine, bahtaniyesinide çekti üzerine ve düşüncelere yolcuğuna başladı.

          Adam uzandığı yerde tepesindeki tavana, yani köprünün alt kısmına bakıyordu. Köprüden tek tük geçen otomobillerin sesleri geliyordu. Hava ne çok sıcaktı, ne çok serindi. Tam bir sonbahar havasıydı. Yakında kar düşünce adamın işi biraz daha zor oluyordu. Ama alışmıştı artık sokakların bir parçası olmaya. O kesinlikle diğer insanların parçası değildi. Sokaklara, doğaya, insanlar dışındaki her şeye aitti. Kışın genelde, yanına gelmeye alışkın bir iki kedi ve köpek vardı. Onlarla birbirlerine sarılır, sıcacık uyurlardı. Yaz olunca onlar da kendi kafalarına göre kentin sokaklarında gezinirler, pek az uğrarlardı adamın yanına. Aklı, hemen başının ilerisinde, duvar dibine büzülüp kalmış olan kıza takılmıştı. Kimdi, neden mekanına gelmişti? Bu kadar düzgün giyimli bir kız, gecenin bu saati, böyle bir köprü altında ne arardı ki?

          Aradan bir iki saat geçmişti. Kızda hiç bir kıpırtı, yaşam belirtisi yoktu. Yattığı yerden başını geriye doğru yavaşça attı ve kıza baktı. Sonra tekrar kendi düşüncelerine döndü. Bir süre sonra kız hareketlenmişti. Başını kaldırıp çevresine bakınmış, gözleri gelip adamda sabitlenmişti. Sanki adama değil, boşluğa bakıyordu. Karanlıkta seçilmese de adam hissediyordu. Sesler gelince başını kaldırıp kızdan yana bakmıştı. Birbirine bakar halde öylece kalakalmışlardı. Boynu yorulan adam bakmaktan usanmış, tekrar başını yaştığı olan poşete koymuştu. Kız olduğu yerden kalkıp, adama doğru yaklaşmış, daha yakın olacak şekilde duvar dibine çömelmişti. Gözleri hala adama kilitlenmişti. Adam çekindi. Başını kızdan yana çevirdi ve "ne bakıyorsun" anlamında başını salladı. Kız bu hareketini görüp anlamıştı ve "hiiç" anlamında omuzlarını çekmişti. Köprünün altına, arada geçen otomobillerin vızıltıları doluyordu. Adam ürkek biçimde kıza, kız daha keskin şekilde adama bakıyordu. Adam; "acaba ne düşünüyor ki?" diye geçirdi aklından. Kız üzerindeki monta benzeyen giyeceğinin ceplerini yokladı. Bir cebinden sigara paketini ve çakmağını çıkardı. Bir tane adama uzattı, adam uzandı aldı. Sanki hazine bulmuştu. Bir tanede kendi dudaklarına tutuşturdu. Sonra çakmağı çaktı. Çakmağın ışığı karanlıkta volkan patlaması gibi parladı bir an. İkisininde sigarasını yaktı. Paketi ve sigarayı cebine koydu. Adam güzel bir sigara içmenin mutluluğunu hissederek derin bir nefes çekti. Bu nefes oldukça sesli bir nefesti ve ziyadesiyle memnuniyetine vurgu yapıyordu. Kız alalade şekilde nefes aldı. Adamın aldığı nefesten ancak duman kırıntıları çıktı ağzından; çektiği duman adeta ciğerlerinde kaybolmuştu. Kızın ağzından ise fabrika bacasından çıkan duman gibi ortalığa saçılıyordu. Bir süre birbirlerine hiç bakmadan sigaralarını içtiler. Adam için, kaliteli sigara içmek hayatının en büyük lükslerindendi. Şu an dünyanın en zengin adamı gibi hissediyordu kendini. Kız, yılgın suratıyla, adamın mutluluk ışıltılarını görmüyordu bile.

          Kız; "neden burada yaşıyorsun, kimin kimsen yok mu senin?" deyiverdi adama. Adam beklenmedik bu soru karşısında dondu kaldı. Tam sigarasını ağzından çekiyordu ki, eli havada, duman ağzının içinde buzkesmişti. Yavaşça elini indirdi, dumanın bir kısmını dışarı saldı, kalanını ciğerlerine çekti. Hiç acelesi yokmuş gibi başını kızdan yana çevirdi. Biraz önceki mutluluğu yokolmuştu. Donuk gözlerle kıza baktı. Sonunda kız sabırsızlandı ve "neee? ahiret sorusu sormadık ya?" dedi. Adam başını düzeltti ve tekrar gözlerini evi olan köprünün tavanına dikti. Biraz sonra o kıza: "iyi de, senin gibi bir kızın gecenin bu vakti, böyle bir köprü altında ne işi olur ki? Senin evin barkın yok mu? Gitsene evine. Burada kurda kuşa yem olacaksın" dedi. Bu soru da kızı sarsmıştı. Bir süre öyle kaldı. Soru kafasının içinde çalkalanıyordu adeta. Gözlerinden inceden yaşlar süzüldü. Adam farketmedi karanlıkta yaşlarını. Derken kız hıçkırıklara boğuldu. Adam anladı. birden doğruldu ve olduğu yerde hayretle kıza bakmaya başladı. "Sen, sen ağlıyor musun yoksa be?" dedi. Kız, daha çok hıçkırıklara boğularak, "hıı hııı!" dedi. Karnına çektiği dizlerine sardığı kollarının arasına başını gömerek hıçkıra hıçkıra ağlıyordu kız. Adam ne yapacağını bilemedi. Eli ayağına dolaşmıştı. Doğruldu. Gitti kızın hemen yanına çömeldi. Kızı nasıl teselli edeceğini bilemiyordu. Dokunmakla dokunmamak arasında, tereddütle şaşırıp kalmıştı. Korkarak elini kızın sırtına hafifçe dokundurdu ve; "ya tamam ya, ağlamasana, sus ya. Ağlayacaksın git burdan." dedi. Kız hiç oralı değildi ve hala hıçkırarak ağlıyordu. Oldukları yerin tam zıt tarafından bir köpek salllana sallana onlara doğru geliyordu. Bu uzun zamandır görmediği alacalıydı. Ona öyle söylüyordu adam, karnındaki renk alacaları yüzünden. Bir yandan köpeğe bakıyor, bir yandan kızı nasıl susturacağını düşünüyordu. Yıllar vardı ki ağlayan birisini hiç teselli etmemişti. Adam ürkek ürkek arada kızın sırtına vuruyordu; onu tesseli etmek istiyordu. Köpek yanlarına kadar sokulmuştu. Gelip adamın hemen yanına oturmuştu. Adam köpeği gördüğüne daha çok sevinmişti. Köpeğide okşamaya başlamıştı. Kıza karşı ürkek olan elleri, köpeğe karşı daha bir hoyratça, sevgiyle davranıyordu.

          Kız yorgun düşünceye kadar hıçkırıklarla ağlamıştı. Hemen yanında adam, ağlamasının dinmesini beklemişti. Adamın yanındaysa köpek oturmuştu. Adamın kendisini okşaması hoşuna gidiyordu. Nihayet kız susmuştu. Adam kıza doğru bakıyor, köpekte adamın baktığı yere doğru başını çevirmiş dikkatlice bakıyordu. Kız, başını kollarından kaldırmıştı. Önce yaşlarını sildi sonra burnunu koluna silip, sigara paketini çıkartarak bir sigara yaktı. Adam hala kıza bakıyordu. Kız, sigarası yarıya gelinceye kadar sustu. "Eeee! Ne oldu?" dedi adam. Kız, ürkekçe adamdan yana baktı. "Bu hayata lanet olsun" diye söze başladı. "Başımda öyle bir lanet adam var ki sorma. Güya benim babalığım oluyor piç kurusu. Annemde ondan aşağı kalır bir piç değil ki. Adam durmadan beni taciz edip duruyor. Pislik herife yapmadığım kalmadı ama şerefsiz bıkmıyor ki. Annem olacak fahişeye de söyledim. Sen kuyruk sallamazsan kimse yanaşmaz sana, hem kocamı karalamaya çalışma, en başından beri istemedin zaten sen bu adamı o öyle şey yapmaz diyor. İkisi de birbirinden şerefsiz. Bıktım artık, o yüzden ne eve gidesim var ne onları göresim var. O adi köpek yüzünden, diğer aile fertlerinin hepsi bize kapılarını kapattılar biliyor musun? Gidecek hiç bir yerim yok artık. O yüzden buradayım. O yüzden dışarlardayım. Gündüz gidiyorum ki, evde kimse olmuyor. Ama gece gidemiyorum, gitmek gelmiyor, o şerefsizlerin yüzünü görmek bile istemiyorum." Bütün bunları bir solukta anlatıp bitirmiş ve başladığı gibi de sessizliğe gömülmüştü. Adam ise, duydukları karşısında, sağlam bir tokat yemişçesine sersemlemişti. Ne diyeceğini bilemedi. İkisi de öylece kalakalmışlardı. Köpek, olduğu yere uzanmıştı. Ön patilerini öne doğru uzatmış, başını da üzerlerine koymuş, uyuyordu. Kız susuyordu. Adam susuyordu.

          Adam kıza baktı, kız adama. "Kaç yaşındasın sen?" diye sordu adam kıza. Kız; "19" diye yanıtladı. Adam, başını salladı. Yüzüne bir karanlık çöktü. Dişlerini gıcırdattı. Sadece kendisinin hissettiği bir ateş, gelip gözlerini yaktı. Nabzı yükseldi, kalp atışları bir an hızlandı. Sesi titriyordu; "ne zamandan beri sürüyor bu olay?" "ya ne bileyim, kendimi bildim bileli bu şerefsiz durmadan bana sarkıntılık ediyor. Bıktım usandım artık. Bütün psikolojimi bozdu hayvan herif. Ne zaman bir erkek arkadaşım olsa, ya dövdü, ya da hakaret ederek benden uzaklaştırdı. Dedim ya; onun yüzünden bütün akrabalarımızla küstük. Kimse kapımızı çalamaz oldu." Adam çok üzülmüştü. Allah'tan karanlık yüzünden kız bunu farkedemiyordu. Kız yeniden paketini çıkardı, bir sigara kendisi yaktı, bir sigara adama verdi. Adam sigarayı içerken, bir yandan da köpeği seviyordu. Köpek halinden memnundu. Sabaha kadar yan yana oturdular. İkisi de uyuyamamıştı. Sabah olduğunda sigara paketi bitmiş, son bir sigara kalmıştı. İkisi paylaşarak bu son sigarayı da içmişlerdi. Sigara bittikten sonra kız; "ya kusura bakma seni de rahatsız ettim. Merak etme bir daha etmem. Şimdi gitmeliyim. O şerefsizler gitmişlerdir. Eve bir uğrayacağım. Bilmiyorum, belki çeker giderim buralardan. İşten de kovuldum zaten." Sustu ve adama baktı. İkisi de ayağa kalkmıştı. Adam gülümsedi; elini üzerine sildi ve kıza tokalaşmak için uzattı. Kız gülümsedi ve o da elini uzattı. Sağlam bir tokalaşma olmuştu bu. Sanki yıllardır dost gibiydiler. Adam hiç konuşmadı. Gülümsedi sadece. Kız eğildi köpeği okşadı. Köpek hafifçe başını kaldırıp kıza baktı. Hafif bir mııklama çıkardı; sanki kıza güle güle diyordu. Kız adama dönerek tekrar "hoşçakal dost adam" dedi. Adam gülümseyerek başını salladı. Kız yanından ayrıldı. Adam kız küçük bayırı çıkıncaya kadar ardından baktı.

          Ertesi gün, kentin arka sokaklarından birinde bir adam cesedi bulundu. Boynu kırılarak öldürülmüştü. Üzerinde hiçbir şey yoktu. Ne cüzdan, ne telefon, ne de para. Soygun cinayeti olduğu sanılmış ve tutanaklara o şekilde yazılmıştı. Adam, mekanı köprü altında yaşamaya devam ediyordu. Çok sonra ölen adamın, karısı kayıp başvurusu yaptığı için kimliği, karısının teşhisi sayesinde öğrenilmişti. Kadın ağladı. Adamı kimin öldürdüğü asla bulunamadı. Kız hiç bu kadar mutlu olmadığını düşündü. Köprü altındaki adam, köpeğine sarılıp, kimsenin olmadığı kadar mutlu bir uykuya daldı. Gece sevdiğini korurmuş. Adam kendini gecenin kollarına bırakmıştı.


9 eylül 2012 - şiiradamı

Kocaman Bir Fiyaskomen - Küçük İskender

psikonevrotik
     
     


       Fiyaskomen diye bir sözcük bizim edebiyatımızda yok tabi ki ama, ben uydurdum. Hani Fransızca'dan dilimize ilhak olan "Fenomen = duyularla algılanabilen şey" anlamını taşıyan ama bizim genelde yanılsatarak; "sadece şaşırtıcı ya da sıradışı şeyler" için kullandığımız sözcük biraz esin kaynağım oldu. Benim uydurukçamdan çıkan bu sözcükümsü şey, üzerine cuk diye oturduğu kişi kadar saçma ama, onu anlatabilecek daha başka bir sözcük bulamadım. Mahlası Küçük İskender olan, Derman İskender Över, edebiyatımız için tam manasıyla bir "fiyaskomen"dir.

       Bunu böyle yazıyorum diye kızanlar olacaktır belki, olsun, kızsınlar sorun değil; kendisigillerden olmayanı mağmaya gönderen, kendisigillerden olanı kırbaca vuran, iç dünyasındaki tutarsızlığı, yazdıklarıyla bütün okuyanlara bulaştıran, psikonevrotik (Psikonevrotik reaksiyon (psychoneurotic reaction) Kişinin aşırı kaygılı, perişan ve huzursuz olması, çalıştığı işyerinde veya birlikte yaşadığı insanlarla olan ilişkilerinde uyumsuzlaşmaya başlaması biçiminde ortaya çıkan davranış bozukluğu.) yapıda bir insan. Sanatla ilgilenen insanların, sıradışı bir ikinci kişilik geliştirdikleri ve çoğu zaman kendileriyle çeliştiği çokta gizil bir durum değil tabiki. Söz konusu olan, ikincil kişiliğe sahip olmak değil, bu ikincil kişiliğin, eserlerine tamamiyle hakim olması, durmadan kin kusması hali, ortaya çıkınca vehamet doğuyor.

       Afaki basın araçları, gündeme getirecek dahada boş birşeyleri bulamadığı bir anda, incir çekirdeğini doldurmayan saçma bir tartışmayı manşetlerine taşımıştı. Küçük İskender mahlasındaki arkadaşta böylesi bir tartışmanın tarafı olarak insanlara yansıtıldı. Zaten adının duyulması da o olaydan sonra gerçekleşti. Kendi sayfasını ya da bazı yerlerde arkadaşın hayatına dair notları okursanız; ödüller aldığı falan yazar. Şimdi, akıla şöyle bir soru geliyor; psikonevrotik unsurlarla dolu, saldırgan, kin, nefret kusan sözcük öbeklerini tutup bir edebiyat yarışmasında derecelendiriyorsanız bunun adı, ya işgüzarlıktır, ya da yalakalıktır değil mi?. Aldığı ödüller hayırlı uğurlu olsun.

       Yazdıkları o kadar yoğun bir pesimistlik(kötümserlik) içerir ki; bir anda beyninizin korteksine etki etmeye başlar. Yazan kişi(!) içini bürüyen pesimist kurumunu çalar yazılarına, şiirlerine ve okuyan herkesin nasiplenmesini ister sanki. Onun yazıtlarını okumak, şizofrenik kuyuya gözü kapalı dalmak gibidir. Okuyucu infiali yaratma çabasını, kalemi her eline aldığında kağıda olduğu gibi döktürür. Cinsellikle durmak bilmeyen bir didişmesi vardır. Kendi eğiliminin, iç dünyasında yarattığı yaradan mütevellit, cinsel bütün eylemlere karşı cephe almış durumdadır. Hani kendisigiller diye bahsetmiştim ya; işte o kendisigiller, aynı eğilimi taşıdığı insanlardır ama, bununla aralarında derin bir çukur vardır. Bu şahıs, zehirini boşaltacak yer arar durmadan diğerlerinin aksine. Sevişmeyle, seksle aklını bozmuş fiyaskomen, yaşamın bütün zararlılarını bir bardak çaymış gibi sunmayı maharet sayan dışkılanmış arabesk yazılarıyla, beyinlerin küçük düşünmesini, büyük düşünmek gibi gösteren hilebazdır aslında. Soğuk, nefret dolu, illegal-legal saldırganlık onun ruhundan sızıp kağıda dökülür. Arabeskin böylesine yağlısı, düşmanlık kokanı, zaten yoksunluklar içindeki insanlar tarafından büyük bir nimetmiş gibi algılanır ve kabul edilir.

       "Orospuların amorti organlarını anlat" - düzenli seks yapan ırmaklar kabilesi- diyerek, diğergilleri ne kadar aşağılayabileceğinin resmini çizmektedir. Cehennemin resmini yapmaya soyunur durmadan. Sadece cehennemin değil, cehennemde yanan ruhların acılarını yansıtır. Edebiliği, kimsesizler mezarlığına gömer ve dilin bütün bayağılığını, adiliğini, basitliğini, düzenbazlığını kendine sürüm yapar. Yoz düşüncelerin yobaz anlatıcısı aynı yazısında "canın sıkılıyorsa bana bir deneme yaz, eşcinsellerin kaç deliği olduğunu tez haline getiren" demektedir. Kendisigillere açık dille aşağılayıcı bir saldırı sergilemektedir. Ona göre, dünyada bir tek o olmalı. Onun dışındakiler diğergillerdir ve her türlü kötülüğü hakedenlerdir. Pesimistliğinin psikonevrotik yapısının kurbanı eder, gözünün ulaştığı herkesi. İnsana dair ne varsa, harman edilir onun beyin ve bozuk ahlak harmanında.

       Bunu okuyan hiç kimse, şöyle bir yanılsama sonuca varmasın: "kıskançlık sonucu kaleme alınmış bir eleştiri". Hayır, kesinlikle öyle değil. Ben sadece, okuyanlarda infial yaratan bu hastalıklı beyine dikkat çekmek için böyle bir yazıyı kaleme aldım. Başka yazarlarda olacak kalemime konu olan. Fakat, fiyaskomen'imiz, sapkınlık noktasında kesinlikle rakip tanımadan, beyinlerin korteksine sızıp, insanlar arası düşmanlık tohumlarını ekmektedir. Böylesine, doğrudan insanları birbirine düşman eden bir edebiyatın varlığını ben inkar ediyorum. Tamam, edebiyatın konusu insana dair herşey olabilir; yalnız, konu olan şeyler, yazan kişi dışında herkesin birbirini suçlamasına yol açacak noktadaysa, bu kurgusal ikirciklik yaratma senaryolarını edebiyattan saymam asla. Edebiyat eser(ler)i insanlara olumlu yönde şeyler katıp, yaşam kalitesini yükseltmeyi hedef edinmelidir. Çöplükte esrar içmeyi öneren, kimi bulursan onunla yat tavsiyesini durmadan yineleyen, kötü barların sidik kokan tuvaletlerinde damarlarını deş diyen yazılar asla edebiyat eseri olamaz. Doğal olarak o tür şeyleri ortaya koyan ya da koyanlara da edebiyatçı denemez...

21/01/11 - şiiradamı