Bazı geceler kendimi koskoca alemde yalnız sanırım.
Tolstoy'da böyle hisseder miydi acaba, Dostoyevski, Balzac, Chehov ve diğerleri. O romanları yazarken, yalnızlıklarından mı esinlenmişlerdir acaba? Peki benim yalnızlığım neden böylesine kara cahil. Hep karanlığını seriyor üzerime...
Büyülü sözcükleri bir araya getirip, yürek yakan cümleler kurmak isterdim bende. İşte o zaman, bana ve yalnızlığıma dökülen yaşlar çoğalırdı. Kendi egomu daha çok pohpohlardım. Acaba, büyük yazarlar da böyle mi hissediyordu?
Kurduğum her sözcükte bir ömre atıf yapıp; "bak, senin yaşadıklarını ben çok iyi biliyorum!" der gibi böbürlenmek isterdim. Bir sevinci anlatırken önce göklere çıkarabilmeyi, sonrasında onu çivi gibi yere çakmayı; bir aşkın büyüsünden bahsederken, birde ne kadar çirkef olduğunu anlatmayı; bir kahraman yaratıp, insanların içinde parmakla gösterilen birisi olmasını sağlayıp, kendi içinde iğrenç kişiliğinin kan emiciliğini anlatabilmeyi.
Ne güzel olurdu, insanları kelimelerle sevindirip, kelimelerle hüzünlendirmek. Bütün sevinç kaynaklarını üç beş satıra bağlamalarını sağlamak. Ya da psikosomatik yanlarını bir bir deşifre etmek. Okuyan "bu adam beni nereden tanıyor?" düşündürmek. Yoksa ben yazım fenomenliğinin sosyopatı mıyım? şiiradamı
0 yorum:
Yorum Gönder