Suskundu kadın, üzgündü adam. İçlerindeki yara durmadan kanıyor, gün be gün de derinleşiyordu. Konuşamamanın, kendilerini suskunluğa mahkum etmenin vebali asılmıştı boyunlarına. Kadın da adam da kederlerinden her gece zil zurna sarhoş oluncaya kadar içiyorlardı. Kime anlatsınlar ki dertlerini; dertlerinin ilacı kavuşmalarıydı. Kadın adamı deli gibi seviyordu ama söyleyemiyordu; adam kadın için deliriyordu ama söyleyemiyordu. Suskunluk çökmüştü ikisininde diline.
Kadın, deli sarhoşluklarına dalıyor ve;
“-Allahım yardım et bana; bunu ona nasıl söyleyebilirim? Yüreğimi yakan acılar yetmiyormuş gibi bir de onun acısı, öyle ağır ve çekilmez geliyor ki. Ne kadar sarhoş olursam olayım, gerçekleri değiştirmeye gücüm yetmiyor. Onun karşısına geçip; “ulan ibne seviyorum işte, seviyorum ulan var mı daha ötesi” demek istiyorum ama yapamıyorum, yapamıyorum!” isyanlara garkoluyordu.
Adamın durumu da farklı değildi; her an fotoğrafı elinde, sitemleri dilindeydi.
"-sen benim bu güne kadar sevdiğim tek kadınsın diyebilseydi. Diyebilseydi de, dediği zaman ne bok olacak ki; haydi diyelim kadın kabul etti; ne olacak? Başlayacak yine kıskanmalar, istekler bilmem neler, klasik kadın tavırları. Ya iyi de, şöyle akşamları eve gidince, başını omzuna koysa, ya da dizine koysa, o yumuşak elleriyle saçlarını okşasa, kendisine tatlı sözler söylese, onun kokusunu hissedebilse. Yatınca ona sımsıkı sarılıp, bütün sıcaklığını bedeninde hissedebilse fena mı olurdu yani? Çok iyi olurdu ama gel gör ki, …"
Kadının maddi durumu yerindeydi ama hasta bir oğlu ve yaşlı bir annesi vardı. Sürekli onların çevresinde olmak zorundaydı. Adam, sıradan bir iş yerinde maaşlı olarak çalışıyordu. Kadını neredeyse her gün görüyordu. Çoğunlukla gözleriyle ve başlarıyla selamlaşmadan öteye geçmeyen bir ilişkileri vardı sanki. Hasbelkader birbirine takılan bakışlarında alabildiğinde naiflik vardı. Sanki birbirlerinin bakışında ruhlarını arındırıyor, yeni doğmuş bebek saflığına kavuşuyorlardı. Ah birde birbirlerine açılabilselerdi.
Nice içkili geceler uykusuz sabahlara kavuşmuştu; nice zamanlar yüreklerini kavuran acı hep birbirinden habersiz, yalnız yaşanmıştı. İkisinin de canına tak etmişti aslında. Birbirlerini gördükleri anda yüzlerinde beliren çocuksu gülümsemeler, açıkca davetkardı.
Adam, o gece kararını verdi, yarın ilk gördüğü yerde onunla konuşacak, yüreğindekilerini diline döküp, kendisini anlamasını sağlayacaktı. Aynı sıralarda kadın da, loş odasındaki koltukta bitmiş şarap şişesine bakarak aynı kararı verdi; yarın kesinlikle sevdiği adamla konuşacaktı. Kadının içi birden neşelendi, pır pır etti. Sevinçli bir hale büründü. Yarın olmasını sabırsızlıkla beklemeye koyuldu. Uzun zamandır ilk defa böyle bir heyecan hissediyordu. Adam, kalktı meyhaneden evine gitti. Evine varır varmaz önce bir kahve yaptı. Sonra güzelce bir duş alıp kendine geldi. Sabah mutlaka söyleyecekti. Salonda bulunan kanepeye uzandı, hafif bir uykuyla sabahı karşılayacaktı.
Sabah, evden sokağa çıkar çıkmaz gözleriyle çevreyi taramaya başladı. Kadın pencereden adamın geldiğini görmüştü. Apar topar aşağıya indi. Karşıdaki dükkana gider bir tavırla yoldan karşıya geçerken, adamla yolları kesişti. Önce masum gülüşleriyle selamlaştılar. Tuhaf ikisininde gözlerinde alımlı bir ışıltı vardı. Adam:
"-Sizinle biraz konuşmamız mümkün mü?" diye sordu
Kadın:
"-Tuhaf ben de size aynısını soracaktım. Tabi, neden olmasın?"
Yolda birlikte yürümeğe başladılar. Adam açıldıkça açıldı. Adam anlattıkça kadın rahatladı. Yüzündeki gerginlik gitti. Adam anlattıkça çocuklaştı. Kadın dinledikçe aşkı arttı. Nihayet istedikleri yerine gelmişti. Nihayet olmuştu.
Adam;
"-Benimle böyle bir aşk yolculuğuna, omuz omuza var mısın?" dedi.
Kadın:
"-Ömrüm yettiğince bu yolda seninle omuz omuza olmaya çoktan razıyım ben!" dedi.
Elleri kendiliğinden birleşti. Ne kadar yürüdüklerini bilmiyorlardı ama bulundukları yer geniş bir alandı. Durdular, birbirlerine döndüler. Birden birbirlerine sarıldılar. Bu sarılma öyle sıradan değildi, adeta birbirlerinin bedenine kendi ruhlarını kattılar..
0 yorum:
Yorum Gönder