Nodan, gene karanlığı giyinmiş
gecenin gizeminde yolculuğuna çıkmıştı. Karaltılar içinde, o gece, ruhunu
besleyecek, fanileri bekliyordu. Elleriyle aldığı her ruh, onun bedenine
sızıyor, açlığını yatıştırıyordu. O gecenin ilk kurbanı, esrarkeş bir
delikanlıydı. Uyuşmuş bedenini kuytuya çekip, kalın, keskin ve parlak bıçağıyla
gırtlağını kesmiş, can verinceye kadar üstünde oturmuştu. Genç bir ruh. Nodan,
gençlerin ruhlarının enerjisini daha çok seviyordu. Gecenin ilk kurbanının
verdiği hazzı yavaş ve tadını çıkararak yaşadı. Her gece aldığı ruhlarla
yeniden doğuyordu sanki. Ölümsüzlüğünü beslemesinin tek yolu, fani ruhlarını
bedenine hapsetmesiydi.
Gecenin içinde başka ve yeni bir
kurban için gezinmeye başladı. Nodan, her geçen gün daha çok güçleniyordu.
Karanlığın gizlediği aciz bedenlere hapsolmuş her ruh onun için gücünün doruk
noktasına erişmesini sağlayacak basamaklardı. Nodan, gücünün doruk noktasına
ulaştığı zaman, kurbanlarının ruhunu çekmek için bıcağını kullanmak gibi bir
ritüeli kullanmak zorunda kalmayacaktı. Kurbanlarına dokunması yetecekti.
Polis, gece araştırmalarını arttırsa da, bulunan cesetleri toplamaya bile
yetişemiyordu. İşin garip tarafı gırtlaklarına saplanmış bıçak izinden başka
hiç bir iz bulamıyorlardı. Kısa sürede bu bilinmez katilin varlığı dışarı sızdı
ve halk korkuya kapıldı. Geceleri artık daha az insan dışarıda kalıyordu. Tek
başlarına, sessiz yerlerde durmamaya özen gösteriyorlardı. Bu durum Nodan'ın
işini zorlaştırmaya başlamıştı. Topladığı ruhlar her geçen gün azalıyordu çünkü
ruhunu alacağı insan bulması zorlaşıyordu. Gündüzleri dışarı çıkamıyor zira
güneş bütün enerjisini eritip yok ediyordu. Bu sebeple geceleri dışarı
çıkıyordu. Halka yayılan varlığının haberi, geceleri dışarıda daha az insan
kalmasına sebep oluyor, dolayısıyla Nodan'ın daha az avlanmasına yol açıyordu.
Açlıktan gözü dönmüştü. Yeni ruhlar bulmak zorundaydı. Gecenin karanlığına
bıraktı yeniden kendini.
Gizbe sokaklarda gezinip, ruhunu
alabileceği yeni bedenler arıyordu fakat nafile. Sokaklar bomboştu. Karanlıktan
başka şey yoktu. Bütün gece gezmiş, bir kişiye bile rastlayamamıştı. Çok açık
alanlarda görünüp, varlığını tehlikeye atmakta istemediği için, avlanması
iyiden iyiye zorlaşmıştı. Polislere görünmemeye özen gösteriyordu ama artık
yapacak başka şeyi kalmamıştı. Dışarıda sadece polislere rastlıyordu. Yeni bir
av bulamadan gezdiği bu gecede, bir arka sokakta park etmiş polis arabasına
gözü ilişti. Uzaktan bir süre gözetledi arabayı. Arabada iki polis vardı ve
ikisi de mışıl mışıl uyuyordu. Onun için kolay av olacakları belliydi. Hiç
kimseyi bulamamanın hiddetiyle, polis arabasına yaklaştı Nodan. Önce dışarıdan
otomobilin içini dikizledi. Evet, polislerin ikisi de derin halde uyuyordu. İlk
önce yan koltukta oturana gözünü dikti. Yavaşça kapıyı açtı. Polisin kucağına
oturdu, bıçağını çıkardı ve polisin gırtlağına tek hamlede sapladı. Polisin
gırtlağından derin bir hırıltı yükseldi. Bedeni kasılmaya, can havliyle
çırpınmaya başladı. Nodan, onu tutmaya çalışırken, şoför koltuğundaki polis
uyandı. Bunu farkeden Nodan, pençeye benzeyen, uzun tırnaklı, tırtıklı derili,
iç tarafı vantuza benzeyen yapışkan maddeyle kaplı elini şoför koltuğundaki
polisin gırtlağına sardı. Polis, bu güçlü elin gırtlağını sıkmasıyla nefessiz
kalınca elini gırtlağından çekmek için cebelleşmeye başladı bu arada diğer
polis çoktan can vermiş, ruhu nodan'ın ruhuna karışmıştı. Sıra şoför
koltuğundaki polise gelmişti. Çırpınan polisin üstüne abandı, bıçağını
kaldırdı. Bıçak üzerine vuran ay ışığıyla parladı ve polisin gırtlağına
saplandı. Polis debelendi, çaresizlik hırıltılarıyla haykırdı, çırpınması
yavaşladı, vücudu seyrimeye başladı, ruhu nodana doğru akmaya başladı.
Nihayetinde cansız bedeni çuval gibi koltuğa yığılıp kalmıştı. Nodan bu iki
genç bedenden, kendi bedenine akan ruhla dinçleşmiş şekilde otomobilden aşağıya
indi. Bu gece daha fazla dışarda kalmanın anlamı yoktu. Kaldığı inin yolunu
tutarken, bundan sonra polisleri hedefine almış olmanın memnuniyetiyle yürüdü
gitti.
Sabah olduğunda şehrin arka
sokaklarının birinde, ölmüş iki polis cesedi bulunan polis arabasını görenler
hayretler içinde kaldılar. Devriye arabasının etrafı kısa sürede polis
arabalarıyla ve polislerle doldu. Bağırtılar çığırtılar, telsiz sesleri, oradan
geçenlerin uğultuları birbirine karışıyordu. Cesetler hala Nodan'ın bıraktığı
gibiydi. Olay yeri tespit ekibi bekleniyordu. Savcının da gelmesi istenmişti.
Dışarıda dolaşan bir polis katili vardı ve yakalanmalıydı. Savcı Kenan, yüzünde
şaşkınlık ifadesiyle gergin bir şekilde olay yerine geldi. Kenan, gözlerinin
önündeki manzarayı görünce şaşkınlığı bir kat daha artmıştı. Ekip otosu
içindeki iki polisi, hem de gırtlaklarını keserek öldürmeye cesaret edecek kim
olabilirdi ki? O an bir kere daha, karşısındaki kişinin, normal bir katil
olmadığını anladı. Daha önceki arka sokak cinayetleriyle birebir örtüşen
belirtiler yeniden kendisine anlatıldı. Polislerin gırtlaklarındaki bıçak
izinden başka hiçbir iz yoktu. Kenan, yeteri kadar cinayet mahalini, cesetleri
ve otomobili inceledikten sonra, komisere seslendi;
“Murat komiserim; cesetleri adli
tıpa gönderin, aracıda buradan çekin, ortalığı sakinleştirin. Yalnız adli tıp
yetkililerine söyleyin, bu cesetlerin inceleme raporlarını en kısa sürede
masamda görmek istiyorum. Hepinize iyi geceler; nasıl iyi olacaksa artık!”
Dedi, yüzüne ağır bir hiddet
ifadesi takınarak olay yerinden ayrıldı. Komiser Murat, gelen adli tıp ekibine,
cesetleri teslim etti, diğer memurlara, polis aracını garaja çekmelerini, olay
yeri inceleme ekibinin, incelemelere orada devam edebileceğini söyledi. Millet
yavaşça dağılırken, cesetler adli tıp aracına aktarılmış, bir polis, ölen
polislerin ekip otosunu çalıştırıp oradan ayrılmıştı. O an için gece yeniden
durgunluğuna bürünmüştü.
O sırada Nodan, kendi ininde dinlenmeye
çekilmişti. İn olarak seçtiği, yaşadığı yer, artık kullanılmayan, şehir
dışındaki, eski bir binanın iki kat altında yer alan, otoparkın bir köşesinde
yer alan tek bir odaydı. Anlaşılan bu oda eskiden otopark görevlisinin
kullandığı bir yerdi ama bina terk edildikten sonra kimsenin uğramadığı bu
karanlık yer artık onun evi olmuştu. Odaya girildiği anda, insanın genzini
yakan ağır bir rutubet kokusu karşılıyordu gelenleri. Oda çok büyük değildi,
ışıksızdı. Bir köşesinde derme çatma bir sedir vardı. Sedir üzerine serilmiş
bir bez parçasından başkacada bir şey görünmüyordu. Nodan o sedirin üzerine
sırt üstü uzanıyor, ellerini göğsünde, bir firavun gibi bağlıyor öylece dalıp
gidiyordu. Uyuduğunu ya da uyanık olduğunu kimse söyleyemezdi çünkü karanlık yüzünde
gözleri, burnu, ağzı, kaşları görünmüyordu. Sadece boş bir karanlık.
Son işlenen polis cinayetlerinin
üzerinden iki gün geçmişti. Polis cesetlerinin adli tıp sonuçları hem komiser
Murat tarafından, hem de Savcı Kenan tarafından sabırsızlıkla bekleniyordu ki,
o gün raporların teslim edileceği haberini aldılar. Adli tıp görevlisi öğleden
sonra elinde büyük, sarı bir zarfla gelmiş, raporları komiser Murat’a teslim
etmişti. Murat, savcıyı arayarak, raporların geldiğini, isterse
getirebileceğini söyledi. Savcı bir an önce getirmesini söyledi. Komiser Murat,
elinde raporla karakoldaki bir ekip otosuyla doğruca savcının makamına gitti.
Savcı Murat’ı kabul ettikten sonra, zarfı aldı, aceleyle açtı. Rapora göz
atmaya başladı. Hızla okuyordu. Komiser Murat;
“-Neler bulmuşlar sayın savcım?
Kayda değer bir ip ucu var mıymış?”
Savcı rapordan başını yavaşça
kaldırdı, Murat’ın gözlerine boş ifadelerle baktı. Odaya derim bir sessizlik
çöktü. Savcı gözlerini bir rapora indirdi, bir komisere kaldırdı;
“-Polislerden birisinin
tırnakları arasında bir şeyler bulmuşlar. Ne deri parçasına benziyormuş, ne
kan’a, ne de bildiğimiz herhangi bir şeye… Bir deri parçası gibiymiş ama,
bilinen derilerden çok farklı bir yapısı varmış, adeta plastik gibiymiş. Tam
tanımlayamamışlar. Rengi siyahmış. Yaşayan bir hücreye bile sahip değilmiş.
Eğer bu bir deriyse, ölü bir bedenin derisi gibiymiş. Çoğunluk plastik olabilir
diyorlar ama yapısı da, bir plastikten farklılık gösteriyormuş. Yani ne olduğu
belli değilmiş.”
Dedi ve sustu. Komiser Murat ağzından
hiçbir sözü çıkaramayacakmış gibi hissetti kendini. Gözleri savcıya takılı
halde bir süre öylece kaldı. Savcının söylediklerini aklından yeniden
tekrarlıyordu. Bir yandan da, ne olabilir acaba diye düşünüyordu.
Karşılarındaki katile mi aitti tırnaklardan çıkarılan parçalar, yoksa başka bir
şeye mi? Hem savcının beyninde, hem komiser Murat’ın beyninde aynı sorular
dönüyordu. Dava tam bir çıkmaza girmişti…
(devam edecek)
not: birinci bölüm için Karanlıktan çıkan -1 tıklayınız!
0 yorum:
Yorum Gönder