Kör Kurşun...((hikaye)




Kural dışı bir yaşamdı onunki. Her yaptığı, kendisine zarar vermekle kalmıyor, sevdiklerine de zarar veriyordu. (Pek sevdiğinin olduğu da söylenemezdi ama) Doğru bildiklerini yapmak uğruna, girdiği her yolda, büyük zararlara meydan veren sonuçlara ulaşıyordu. Bulaşmış olduğu belalar ve belalı yaşam, çevresine öylesine bir koza örmüştü ki, ne kendisi kurtulabiliyor, ne de onu kurtarmak isteyenler başarabiliyordu. Başarısızlığın yanı sıra, yardımına koşan her kim olursa, hayatını bir hiç uğruna kaybediyordu. Oysa, buna dur diyebilmeyi çok istiyordu.



İçinde bulunduğu karmaşık düzenli hayat-hayat denirse- ona, gündüzleri haram kılmıştı. Bir yarasa gibi gecelere mahkum etmişti. Silahı olmadan uyuyamıyor, yemek yiyemiyor, dolaşamıyordu. Silahsız olunca, kendisini, kanatları yolunmuş bir martı gibi görüyordu. Hayatının temeli silahı olmuştu. Metalik parlak bir silahtı. El yapımı, çift balıklı bir on dörtlü, kabzası özel, sedef ve altın kakmalıydı. Namlusunda en ufak leke bulunmazdı. Her fırsatta, bu hayat arkadaşını temizler, onu kucaklardı. Onun dışında bir tek dostu bile yoktu. Ona yaklaşanlar, ya ondan çıkarı olduğu için, ya da ondan korktuğu için yaklaşıyorlardı. Hiç kimsede samimiyet yoktu. Ve hatta, samimiyetsizliklerini, gözlerinin bebeklerinden anlayabiliyordu.

Her şeye rağmen, o bir insandı. Onunda zaafları, kimselere açamadığı, duygusal bir yanı vardı. Şiiri ve şiir okumayı çok seviyordu. Öylesine ki, okumadığı şair yok gibiydi. Maalesef ki, şiirleriyle ancak, kendisiyle baş başa kalabildiği zamanlarda birlikte olabiliyordu. Silahıyla uğraşmadığı, şiir okumadığı zamanların dışında, bol b o l düşünür, kendisini, kendi kafasında eleştirir, yorumlardı. Pek müspet sonuçlara ulaşamasa da, bunu yapardı. Kendiside buna anlama veremiyordu ama, yapıyordu işte.

 

Sık sık ölümüne sebep olduğu veya öldürdüğü insanları düşünüyordu. Kendisinin bir cellat olduğunu, ölümü hak ettiğini, bunun eninde sonunda olacağını ya bir insanın elindeki deli silahtan çıkan kör kurşun onu sırtından vuracaktı, ya da sürekli kaçtığı kanun, onu yakalayıp, gıyabında verilen idam kararını uygulayacaktı. En kötüsü de, hayatının, kör bir kurşunun ucunda olduğunu bilmesiydi. Bu yüzden sürekli tedirgin bir yaşama tarzı vardı. Gündüzleri, azda olsa uyurken, her an her saniye uyanık ve tetikte olmak zorundaydı. Uzun zamandı her şeyden elini eteğini çekmiş olsa da, kinin peşini bırakmadığını biliyordu. Düşündüğü zamanlarda ise, kendisine kin güden insanlara haksız olmadıkları için hak veriyordu. Zira, zayıf insan, ancak kin güdebilirdi. Karşısındakinin zayıflığını yakaladığı anda ise bütün kinini kusar, onu kiniyle boğar. O bunu çok iyi biliyordu. Bu yüzden daima uyanık olmalıydı. Her zaman yaşamla ölüm arasındaki o incecik çizginin üzerinde duruyordu. Ölüm tarafına geçmesi anlıktı.

Hiç sevmemişti. Sevilmediği gibi, sevmeyi de bilmezdi. Nasıl bir şeydi, nasıl olur hiç bilmezdi.! Yalnızca okuduğu duygu yüklü şiirler dışında. Hele bir tanesi vardı ki, tam onu anlatıyordu. Selma Çuhacı’nın;”Ben imkansız aşklar için yaratılmışım/ Ne kavuşmasını bilirim, ne unutmayı/ Kayboldum kuytusunda yalnızlıkların/ Yaşadım en karasını sevdaların” İmkansız aşk! Bu kelime onu hep gülümsetirdi. Ufak, ufacık, kimsenin görmediği, göremediği, dudaklarının acemiliğinden belirsizce bir gülümseme. Yüzünün yabancılığı nüksediverir, gülümseme bir anda kaybolur gider, hiç olmamış gibi. O yüze hiç konmamış bir kelebek gibi.

Gündüzleri sevmezdi, o yüzden hep gün ışığından kaçar, saklanırdı. Saat kadranlarının durmadığı,zaman hükmedemediği acı bir gerçekti onun için. Zamandan korkuyordu. Zaten, zaman dışında, gafletlik korkusundan başka hiç bir şeyden korkmuyordu. Öyle bir gaflet olsundu ki, onunkisi, Dünya’dan göçtüğünü anlamasındı. Olabilir miydi? Bu kadar rahat bir ölüm onun hakkı mıydı? Elindeki şiir kitabını yatağının üzerine bıraktı. Kafasını ellerinin arasına aldı. Hiç istemiyordu böyle düşüncelere girmeyi ama, elinde değildi. Peşinde dağ gibi bir kin vardı. Bir an, sürekli onu rahatsız eden, ölümüne sebep olduğu on yaşındaki oğlan çocuğunun gözlerini gördü. Nefret doluydular. Onun amacı, babasıydı. Ne var ki, çocuk önüne fırlamıştı. Hayatında yaptığı en büyük hataydı bu. Mermilerine daima hükmederdi. Ama, o gün mermileri söz dinlemedi! Namludan fırladılar, dönerek gidip, küçük çocuğun bedenine saplandılar. çocuk babasının ölmesine bir an engel olmayı başarmıştı. Bu arada kendi hayatını kaybetmişti. Birde arkasında, ona, daima kinini hatırlatacak gözlerini miras bırakmıştı. Daha sonra namludan çıkan üçüncü mermi, çocuğun ölüsü üzerine kapanmış babanın kafasına saplandı. Adamın yüzü bir anda paramparça olmuş, beyni yerde cansız yatan oğlunun yüzüne yayılmıştı. Bu yaşamın acımasızlığıydı. Oysa o gün, bu gün, çocuğun o gözlerinden bir türlü kurtulamıyordu.

Düşüncelere öylesine dalmıştı ki, gafletin sessizce yaklaştığını anlayamadı. İki kürek kemiğinin ortasından girip, ciğerlerini parçalayın bir avıyla kendisine geldi. Öyle bir acıydı ki bu, Azrail’le göz göze geldiğini sandı. Ani bir hareketle, oturduğu yerden kalkarak silahını arkasındaki kişiye doğrulttu. Kin onu zamansız yakalamıştı işte. Arkasına döner dönmez, o çocuğun deniz mavisi gözlerini gördüğünü sandı bir an. Ama bu, bu kadındı. Hem de, öylesine güzel bir kadındı ki, silahın namlusu kendiliğinden yere doğru indi. Sırtında, dayanamadığı bir acı vardı.


Ciğerlerini parçalayan kurşun, bütün takatini bir anda alıp götürmüştü. Dizlerinin üzerine düştü. Bu güne kadar hiç kimsenin önünde diz çökmediğini anımsadı, ayağa kalkmak istedi, başaramadı. Dizleri acizdi ve bedenini taşımakta yetersiz kalıyorlardı. Başı bir an önüne düştü. Neden sonra, gözlerini, kendisini boğmaya hazır, kin dolu mavi gölere çevirdi. Çocuğun gözlerine ne kadar benziyorlardı. O mavi gözlerden fışkıran kin, bütün çevresini sarıyor, bedenini zorluyor, nefes almasını engelliyordu. Kurtulmalıydı. Kurtulmak zorundaydı.

Ayakta duran kadın, ona, acıyarak bakıyordu. Kadının kendisine öyle bakmasına dayanamıyordu. Ama acizdi. Birşey yapamıyordu. Şiirler geldi aklına. Ölümsüz şairler. Yaptıklarını hatırladı ve o çocuğun gözlerine gelip takıldı. Kurtulamıyordu o gözlerden. Kadın silahını kafasına doğrultmuştu. Gafletlerinden kurtulmak, bu kin seline dur demek zorundaydı. Bedeninde kalan bütün gücünü ayaklarına verdi ve birden ayağa kalktı. Nefesi duruyordu ama, o, mücadele ediyordu. Azrail’le boğaz boğaza boğuşuyordu. Azrail’i yenemeyeceğini biliyordu ama, ölümü geciktirebilirdi. En azından onun gafletini silaha çeviren kadını da kendisiyle birlikte götürmek için.

Kafasına silah dayayan kadın, onun bir anda ayaklandığını görünce şaşırmıştı. Ayağa kalkar kalkmaz oda silahını kadının kafasına dayamıştı. İkisi de hayat çizgisinin öbür yanına, ölüm tarafına geçmek üzere olduklarını anlamışlardı. Göz göze geldiler. İkisinin de kafasında namlu dayalıydı. İkisinin de gözleri donuk, birbirine kenetlenmişti. Eller, yürekler, gözler titriyordu. Gözler anlaştı, karar aynı anda verildi. Tetik üzerindeki parmaklara emir verildi. Kaslar aynı anda kasıldı, silahlar aynı anda ateşlendi. Kurşunlar aynı anda namluları terk etti ve........ve.....????
İki ceset vardı yerde. Kimsenin ne olduğunu anlamasına imkan yoktu. Sırlarıyla ruhlar göçtüler, geride iki anlamsız ceset bırakarak. Kör kurşun oyununu oynamıştı.
şiiradamı



0 yorum:

Düşümdeki Ağrım



Ağır bir yalnızlık kokusu tüter karanlık odamda
Sorgusuz korku kapanı düşler düşer uykularıma
Ay yüzünle sen belirirsin karanlığımın ortasında
Yeşil bir ışık olur sararsın, güçsüz düşmüş bedenimi
Uhrevi bir mutluluk dolar yüreğime ve sen fışkırırsın

Zamansız düşer yağmur taneleri kıraç topraklarıma
Bir can gider, çekip giden hayallerinle birlikte
Ceplerime doluşan sevda kaçkını kelimeler fırlar
Soğukluğunun düştüğü uykusuzluğumun üstüne
Beni titreten cümleler kurmaya başlarlar sensiz

İnsan olmaktan yılmışım, yıkılmışım ışıksızlığında
Bir daha yaşamak olsa, koşardım senin yokluğuna
Nasıl bir tutkudur ki, varoluşu yok oluşunda
Keskin bir esrar tadı gibi gezinir damarlarımda
Esrik başım, gözlerim kaybetmiş rengini

Zahiri yaşanmışlıklarda bulurum ruhumdan parçaları
Kaybettiklerim mi terk ettiklerim mi terk edenler mi?
Çıkıntı aşklar mezarlığıyken tüm duygusallıklarım
Seninle can bulan, ışığınla aydınlanan vaha oldum
Ölümün penceresinden seyirdeyken, yaşama savruldum

Eririm senin varlığının sıcaklığı altında
Yeniden yeniden doğarım körpe bedeninde
Hırçın aşk naraları atarken hayvani yanım
Yeni doğmuş çocuktur sana duygularım
Senin sevginle gelişir büyür yaşarım

Meryem ana gibi kutsal bir varlığımsın benim
Yaratana her sığınışımda dilimde dualarımsın
Tatlı bir ayindir sana aşkım, tapınağım bedenim
Hiç durmaz, bıkmaz seni söyler durmadan dilim
Sen tek sevdiğim, hep seveceğim biricik sevgilim 


                                                                                                        şiiradamı


0 yorum:

Küçük Bir Hikaye



Tuhaf bir hikaye.
Adam, hergün işten çıkar çıkmaz eve koşuyor ve bilgisayarının başına oturuyordu. Bilgisayarını açar açmaz ise direk mesaj kutusuna göz atıyor, gelen mesajları tek tek itinayla ve dikkatle okuyordu. Bu müthiş telaşı, heyecanı gözlerinden okunuyordu.
Gene yoğun gecen bir günün sonunda, evine doğru yol alıyordu adam. Bir an önce eve varmak, öncelikle hemen bilgisayarının başına geçip mesajlarına bakmak, akabinde güzel bir duş alıp, günün yorgunluğunu bedeninden sıyırıp atmak istiyordu. Öylede yaptı. İnternette yazıştığı, kendisini, kimliğini bilmediği, sanal adıyla tanıdığı ve sanal olarak aşık olduğu bayandan gelen iletilerini iştahla okudu. Akabinde cevaplarını yazdıktan sonra duşa gitti. Duşa giderken, yazıştığı bayanı, anlık mesajlaşmaya ikna edip, onunla birebir sohbet etmek ve onu daha iyi tanımak için çözümler düşünüyordu.
Yeni başlayan güne uykulu gözlerle bakan adam, işe gitmek için hazırlanmaya koyuldu. Uykusunun açılması gerekiyordu. Bunun için elini yüzünü yıkamak pek yeterli olmuyor, güzel bir müzik gerekiyordu. Her sabah yaşanan ritüel tekrarlanmaya başlamıştı. Müzik setini açtı ve müziği olabildiğince açtı. Tabi hemen akabinde geleceğini bildiği bir gürültü. Yan komşusu hiddetle duvara vuruyordu. İsteksizce müziği kıstı. Sabah hazırlığını tamamladı, müzik setini kapattı ve kapıdan çıktı. Tabi çıkar çıkmaz karşısında komşusunu buldu. Kadın, yıldırım saçan gözlerle ona bakıyordu.
Kadın; "Ya kardeşim, bu salaklığı her sabah yaşam zorundamıyız biz? Gece geç yattığımı defalarca söyledim ama sen hala aynı şeyi yapıyorsun, ayıptır ya!" Adam, yüzüne tatlı bir tebessüm kondurdu ve kadına; "günaydın, hoşçakal!" diyerek, arkasını dönüp çıkışa yöneldi.
Komşusu olan kadın, orta yaşlarda, bakımlı, güzel, alımlı ve yalnız yaşayan birisiydi. Ama, o eve taşındığı günden beri kadınla yıldızları bir türlü barışmamıştı. Hep ters olaylarda yüzyüze gelmişlerdi.
Adam yeniden, berbat geçecek bir güne adım atmıştı. Akşama kadar kafasında hep aynı soru dönüp duracaktı. "Bu kadın kim?" Kendi hakkında hiç bir ayrıntıya girmeyen ama, her yazdığı mailde adamı kendine biraz daha bağlayan bu esrarengiz kişi, adamın kafasını gerçekten çok meşgul ediyordu.
Aradan geçen zamanda, kadının tutumu biraz daha yumuşamış kendisi hakkında küçük ipuçları vermeye başlamıştı. En sonunda adam, kadını birebir yazışmaya ikna etmişti. Artık karşılıklı yazışıyorlardı. Adam kadını tanımak için altından girip üstünden çıkıyor, ağzından koparacağı cümlelerden birşeyler öğrenmeyi umuyordu. Gene böylesi bir sohbet esnasında, kadın adamın ummayacağı bir atak yaptı ve ertesi gün birlikte bir akşam yemeğine gidebileceklerini söyledi. Adam şok olmuştu. Hemen kabul etti. Bunun üzerine birbirlerine eşgallerini verdiler. Neden sonraki, nerede buluşacaklarını kararlaştırmadıkları dikkatlerini çekti. Tabi onuda kararlaştırdılar. Adam için, gece geçmek bilmediği gibi, gün de bitmek bilmemişti.
Ertesi gün akşamı, adam kadından önce buluşma yerine gelmişti. Heyecandan kalbi göğüs kafesinden firar edecek gibiydi. Sakinleşmek için küçük bir içkinin iyi gideceğini düşündü ve bir bardak viski istedi. Tam buluşma zamanı gelmişti. Adamın gözleri içinde bulunduğu ortamı geziyordu. O da ne? Gözlerine inanamadı. Her gün kavga ederek güne başlamasına neden olan komşusu karşısındaydı. Kadında adamı görünce şaşırdı. Kadın ayrı bir masaya oturmuştu. Bulundukları ortamda yalnız olan sadece ikisi vardı, ikisininde birisini beklediği her hallerinden belliydi. Bir süre sonra, adam cesaretini toplayıp komşusunu selamlamak için yanına gitti.
"Merhaba, nasılsınız?"
"Teşekkür ederim iyiyim ya siz?" Kadın zoraki bir gülümseme atmıştı adama.
"Teşekkür ederim. Halinizden birisini beklediğinizi anladım. Yanılıyor muyum acaba?"
"Evet birisini bekliyorum, ya siz?"
"Bende, ne şans değil mi?" Ve adam internette kullandığı takma adını söyleyerek o şahsı bekleyip beklemediğini sorunca kadının gözleri bir kat daha fazla açılmıştı. Sonra da kadının takma adını söyledi. Onlar birbirlerini bekliyorlardı. :)
Aynı masaya oturdular, tuhaf olan taraf, aradaki soğukluk bir anda kaybolmuş, yerini sıcak bir sohbete bırakmıştı. Uzun süre sohbet ettiler. Bu sohbet çok iyi bir arkadaşlığın başlangıcı olmuştu.
Bu ilişkileri tırmanmaya başlamıştı. Geçen zaman kadınıda erkeğide birbirlerine bağlıyordu. Özellikle adam, bir süre önce kavga ettiği komşusuna aşık olmuştu ve müthiş bir şekilde ona bağlanmıştı. Aşkları günden güne alevleniyordu. Yaşadıkları her anın tadını çıkarıyorlardı. Özellikle kadın, sanki bu birlikteliklerinin son birliktelikleri olduğunu düşünerek onunla oluyordu. Adam bunu hissediyordu. Bu ilişki uzunca bir süre devam etmişti.
Önlerinde, adamın işinden kaynaklanan kısa bir ayrılık söz konusu olmuştu. Kadın, sevgilisinin işinin gereğini yapmasının kendisini rahatsız etmeyeceğini, kısa bir süre ondan ayrı kalmaya dayanacağını söylemişti. Adam, şehirden ayrılmıştı. Ayrıldığı andan itibaren, telefonları hiç susmamıştı. İkinci gün, üçüncü gün.... Mesajlar, konuşmalar, "akşam yemeğini yedin mi?, dişlerini fırcaladın mı?" birbirlerini aramak, ya da mesajlaşmak için her şey bir vesile idi.
Dördüncü gün, kadının ne cep telefonu, ne ev telefonu yanıt vermiyordu. Mesaj için bilgisayar başında bekledi gelmedi, gönderdiği hiç bir mesaj ona dönmüyordu. Bütün gece kadın gelsin diye, kâh elinde telefon, kâh bilgisayar başında bekledi. Yüreğini bir kurt yavaş yavaş yiyordu. İçinde durmadan büyüyen bir korku ve telaş karışımı bir duygu vardı. Bu hissi yaşamak yerine adam, ölmeyi yeğliyordu.
Beşinci gün işlerini mümkün olduğunca hızlı bir şekilde halledip, şehire koşa koşa dönmüştü. Hiç bir yere uğramadan, hiç bir şeye bakmadan, korku, telaş, heyecan dolu bir tutumla kadının evine gitti. Kapı duvar olmuştu. Tam evine girerken, başka bir komşusu, selam verdi adama. Sonra kadın hakkında dedikoduya başlamıştı. Bu dedikodu da kadının hastaneye yatırıldığı ile ilgiliydi. Adam beyninden vurulmuşa dönmüştü. Hemen hastanenin adını öğrenerek, koşarak binadan çıkıp hastaneye ulaşmıştı.
İlk işi doktoruyla konuşmak oldu. Kadın, yoğun bakımdaydı. Zaten kanser yüzünden, kısıtlı bir yaşamı olduğunu bildiğini, kadının saatler içinde bu dünyayı terkedeceğini adama söyledi. Yoğun bakımda da olsa kadını görmek istedi izin vermediler.
Kadın sabaha çıkamamış vefat etmişti. Adam, kadınla birlikte ölmüştü adeta. Kadını son kez, morgda görebildi. Kadının ailesi gelip cenazeyi alıp gitmişti. O günden sonra ise, adam asla hayata eskisi gibi sarılamadı. Ruhu kadınla birlikte öbür dünyaya geçmişti.

NOT: Bu bir kurgu, ama yaşanılması imkansız bir olay değil. Bu hikayenin sizlere neler düşündürdüğünü, benimle paylaşmak lütfunda bulunursanız sevinirim. Hepinize teşekkür ederim. 


                                                                                                        şiiradamı

0 yorum:

Belki Olacaksın


Titrek bir ışığım gecenin karanlığında. Kendi gölgesinde yitip giden bir mum misali; gözlerine ulaşmak adına, kalbine girmek adına kendimi eritiyorum. Yaralarımı kanatıyorum durmaksızın. Sızan her damla kanda, adın yazılı. Ruhumu inleten acılar senin şarkın. Bir var olup bir yok olan sevda düşüsün benim için.
Yağmurlarda yürüyorum şimdi divane, biçare. Yağmur kokunu sürükleyip getiriyor. Tenini bürünmüş her damla. Toprakta can oluyor ve üşenmeden birbirine kavuşmak için koşturan küçük su akıntılarında kayboluyor ruhum. Sızıyorum kimseye farkettirmeden dünyanın arzına, zira senden kurtuluşum imkansız bu dünyada. Katran kuyularında eritmek istiyorum bu bedeni, bu ruhu, bu beyini.
Sen anlamamakta diretirken, küçük çocuk misali ağlamaklı yüreğimi; geceleri sırdaş ediniyorum ben. Karanlığın acı dostluğundan, sensizliği yakıyorum, yıldızların ölgün ışıklarında. Ama sensizlikten kurtulmak ne mümkün...
Şimdi mutlumusun? Rahat mısın bensizliğe boyadığın yaşamında? Biliyorum; hiç aklına düşmüyor sevdam, gözlerinde süzülmüyor gözleri, ellerin, ellerimin özlemiyle yanmıyor. O ateşli gecelerin sıcaklığıyla tenin tenimi arzulamıyor. Dudaklarımsız dudakların hiç alazlanmıyor. Yatağının sol yanı hiç kokumu taşımıyor düşlerine. Ve uykuların bölünmüyor gecenin olmadık zamanlarında. Saatlerinde zamanların kayıp, devasa bir boşluğa düşmüyor. Özlemiyorsun beni ve benle ilgili hiçbir şeyi.
Hiç bir şeye üzülmemde, sevdayı tanımımını üzülürüm. Bir yanda, bir sevda arayışındaki kalbinin hüznünü anlatırken, diğer yanda sevdayı tanımamanın getirdiği acemilkel yitirdin sonsuz mutluluğu. Bir daha olmayacak. Seni bulmayacak bu sevdanın rotası. Bu sevdanın rüzgarı asla saçlarını okşamayacak, yamaklarına tatlı öpücükler, kulaklarına büyülü sözcükler getirmeyecek. Bu rüzgar sensizliğe kanat açıp süzülecek. Artık mekanı, sensizliğin diyarıdır.


şiiradamı

0 yorum:

Aşk'ın Terennümü

a

Hayata dair ne var elinizde? Bu güne kadar yaşadığınız günlerin çetelesini hesaplayıp, bir bilanço çıkardınız mı? Hiç hayatın bir yerinde, gözlerinizden iki damla yaş süzülürken, geçmişe dönüp, "dün" sepetimizin içinde neler birikmiş?
İnsan, yaşayacaklarını seçemez ama tayin edebilir. Öyle anlar gelir ki, yaşam sofrasında önünüze, ya sofrada abur cubur ne varsa bitirir, büyük bir mide rahatsızlığı çekeriz; ya da ihtiyacımız olan kadarını yeriz, midemizde rahat eder.
Bir aşk insana neler yaşatabilir, düşündünüz mü? Mutlaka düşündünüz, veya yaşadığınız olaylar geçiyor şu an aklınızdan. Nasıl doyumsuzdur o aşk zamanları. Damarımızda kanımız deli gibi akar, gözlerimiz ışıl ışıl olur, müthiş bir adrenalin tüm hücrelerinizi yakar. Baharlar başkadır, yazlar başkadır, kışlar bambaşkadır. Hiç sevmediğiniz şeyleri sever, yaşayamadıklarınızı yaşarsınız. Hatta yaşamak istemediklerinizi bile seve seve yaşar bir hale gelirsiniz. Aşk öylesine ilahi bir kudrettir ki, bunu yaşayamayanlar, nasıl bir şey olduğunu bilmeyenler, onun olmadığından dem vurur, ahkam keser, ortalıkta bir et yığını olarak dolaşır dururlar.
Aşkın ilahiyetini ancak yaşayanlar bilir.
Aşkı bizler yaratırız sonra gene ellerimizle biz öldürürüz. Aşk ölüme hiçte yakın değildir. Hatta aşk ölümün ölümü olur çoğu zaman. Beceriksiz insanlar, evlilik aşkı öldürür gibi saçma söylemlerin arkasına gizlenip, aşkı yaşatmayı beceremediklerini gizlerler.
Aşk öyle bir bitkidir ki, ne ışığını, ne suyunu, ne toprağını kesinlikle, ne az, ne çok vereceksiniz. Her şeyi tam kararında vermelisiniz. En önemlisi, aşk İHANETİ kesinlikle affetmez. Belki, sevgiliniz(!), eşiniz(!) üçüncü kişiyi asla bilmeyebilirler. Haberleri olmayabilir ama; aşkın herşeyden haberi vardır. Siz aslında, partnerinizi aldatırken, kendinizi aldatıyorsunuz demektir. Çünki, hayatın en büyük armağanını, AŞK'ı ellerinizle öldürüyorsunuz demektir...
şiiradamı.
(aşkla dolu günler yaşamanız dileğiyle) 

                                                                                                                                 şiiradamı


0 yorum:

İki Kadın İki Aşk



Aşk, insanın hayatını değiştiren, renkleri başka şekillere sokan, yaşamın girdaplarını kır yerlerine çeviren,
yüreğinizi kanatlanmış bir kanaryaya dönüştüren, gözünüzde bambaşka ışıltıların parlamasına neden
olan, tarifsiz bir duygudur.. Onu ancak yaşarsınız, anlatamazsınız....

Aylin ve Sema, ikiside aynı yaşlarda, hayatlarının aşklarını bulmuşlardı. Aynı mahallenin, küçük kızlarıydılar.
Onlar, aşklarıyla birlikte büyümüşlerdi. Sevdikleri delikanlılarda onlarla yetişip, büyümüş; erişkin erkek
olmuşlardı. Zaman su gibi akıp gitmişti. Yıllar yılları, günler günleri kovalamıştı. Erkekler, iş güç sahibi olmuş,
kadınlar, kendi mesleklerini seçmişlerdi. Hayat sınavının orta yerine gelmişlerdi. Bunu hepside hissetmişlerdi.

Kısa zaman aralığıyla iki genç kız, sevdikleri adamlarla evlenme kararı aldılar. Kararın alınmasından kısa süre
sonrada düğünleri oldu, rüyalarında büyüttükleri o mutlu günü yaşadılar. Artık onlar, evli kadınlar olmuşlardı.

Evlendikten sonra Sema ile Aylin, çok nadir görüşür olmaya başlamışlardı. Oturdukları yerlerin uzaklığı, işlerin
yoğunluğu, iş ve ev hayatını birlikte götürme çabası, bitmek bilmeyen bir mücadele onları içine çekmiş öğütüyordu.
İstanbul'un ağır yaşam koşulları, iyiden iyiye bitkin düşürüyordu insanları, Aylin ve Sema'da o insanlardandılar.

Aylin evlendikten kısa süre sonra ağır bir rahatsızlıkla hastaneye yatmıştı. Uzun bir ilaç tedavisinden sonra
ayağa kalkabilmişti. Bu süreç içinde Sema ile bir ya da iki kez anca zorla görüşebilmişlerdi. Ama eşi, sürekli
aylinin yanında, çevresinde olmuştu. Onu asla boş bırakmamıştı. Tüm ihtiyaçlarına koşmuş, onunla bir çocuk gibi
ilgilenmişti. Hasta yatağında dahi onun saçlarını taramış, makyajını yapmıştı. Hastaneden sonraki iyileşme evresinde
elini soğuk sudan sıcak suya sokturmamış, evde sadece zorunlu ihtiyaçları için yataktan kalkmasına izin vermişti.
Evi temizliyor, yemek hazırlıyor, Aylin'e zevkle yediriyor, onu yatağına yatırıyor, bulaşıkları yıkıyor, çamaşırları yıkıyor
asıyor, Aylin'in ilaçlarını veriyor, yapılması gereken ne varsa yapıyordu. Daha sonra Aylin'in yanına uzanıyor, başını
göğsüne dayıyor, saçlarını okşayarak, küçük aşk nameleri söyleyerek, küçük öpücükler kondurarak uyumasını
sağlıyordu. Bunlar, Aylin tamamen iyileşip, ayağa kalkıncaya kadar devam etmişti.

Bu arada, Sema hamile kalmıştı. Hamilelik döneminde müthiş derecede gerginlik yaşamıştı. Bu gerginliğin üzerine
eşinin duyarsız kalışı, yavaş yavaş evden uzaklaşması, Aylin'in kilo alması, hamilelik zorlukları, ev işleri, sosyal hayat
eşinin ihtiyaçları derken, çıldırma noktasına gelmişti... Eşi, sabah erkenden çıkıyor, gece geç vakitlere kadar eve
gelmiyordu. Hatta arayıp sorma gereği bile hissetmiyordu.. Aylin kendi yalnızlığı içinde, derin dipsiz bir kuyuya
tepelemesine düşer gibi hissediyordu. Ruhu sıkılıyordu. Birilerine ihtiyacı vardı, konuşacak dertleşecek birilerine.
Aklına Aylin geldi. Uzun bir zamandan sonra Aylin'e ulaştı. Uzun uzun konuştular, Sema yaşadıklarını Aylin'e anlatırken
Aylin, yüzünde acılı bir gülümseme ile onu dinledi. Dinledi, dinledi dinledi. Sema'nın anlatacakları bittikten sonra,
Aylin'e sende ne var ne yok, diye sordu. Aylin'in ağzından çıkan ilk sözler "Allah'ıma şükürler olsun ki, ben eşimi
bulmuşum!" oldu. Sonra yaşadıklarını Sema'ya anlattı. Sema dinledi, Aylin'in sözleri biterken Sema birden hıçkırıklara
boğuldu.

Bu konuşmadan sonra, araya gene uzun bir zaman girdi Aylin ve Sema'nın. Aylin hayata ve eşine bir başka sarılıyordu.
Ona olan aşkı dahada büyümüştü. Çocukları olmuyordu ama onlar birbirlerinin hem sevgilileri, hem çocuklarıydılar.
Sema ise, evliliğinin en kötü dönemine girmiş, eşinden şiddet görmeye başlamıştı. Öylesine ki, kocası alkollü eve geliyor
zalimce onu dövüyordu.

Gene böyle içkili bir günde, gece yarısı eve gelen Sema'nın eşi, çıkan tartışma sonrası Sema'yı ölümüne dövmüştü, kaburga
ve kollarında kırıklar çatlaklar vardı, yüzü tanınmayacak bir hale gelmişti. Sevdiği adam yüzünden ailesinden uzaklaşan sema
ailesinden yardımda isteyemiyordu. Aklı Aylin geldi. Hastaneye kaldırıldığında, hemşirelerden onu aramalarını rica etti.
Hemşireler durumu ağır olan Sema'yı yoğun bakıma alırken, Aylin'i aradılar ve durumu anlattılar. Aylin en sevdiği arkadaşının
bu zor gününde yanında olmak için aceleyle eşiyle birlikte evden çıktılar. Eşi arabayı hızla sürüyordu. Bu arada Sema'nın eşi,
olay sonrası kaçmış, sokak köşelerinde saklanmaya çalışıyordu. Deli gibi bir oraya bir buraya çatıyor, sarhoş kafayla ne
yapacağını bilemiyordu. Çocuklarını komsuları sahiplenmişti. Aylin ve eşi, arabalarında hızla hastaneye doğru yol alıyorlardı.
Sema'nın eşi, bir sokak arasında iki keş ile tartışmaya başlamıştı. Aylin ve eşi bir an önce hastaneye yetişme telaşındaydılar.
Sema hastanede zar zor aldığı nefesle yaşama tutunmaya çalışıyor, komşusunda olan çocuğu ise, hıçkırıklarla ağlıyordu. Sema'nın
eşi, tartıştığı keşler tarafından, bıçaklanıp, bir çöp konteynerinin içine atılıyordu, aynı saatlerde Aylin ve eşinin otomobili, önlerine
çıkan bir hayvan yüzünden bariyerlere çarpıp taklalar atarak yolun kenarına savruluyordu, Sema'nın durumu dahada kötüye
gidiyordu. Doktorlar onu hayatta tutabilmek için var güçleriyle uğraşıyorlardı. Saat sabahın 4.30 u olmuştu. Polis telsizlerinden
kötü bir kaza haberi geçiyordu. Sema'nın çocuğu ağlamaktan yorgun düşmüş, derin bir uykuya dalmıştı, hastanede dokorların
uğraşları sonuç vermiş, Sema'yı hayata yeniden bağlamışlar, hayat fonksiyonlarını olağan seviyeye getirmişlerdi. Aylin ve eşi
arabadan kurtarılmışlardı. Aylinde küçük sıyrıklar vardı ama eşinin durumu çok kötüydü, araba bariyerlere çarpınca yan konsollar
ve ön panel eşinin birçok yerinin yaralanmasına, vücudunun kırıklar içinde kalmasına neden olmuştu..

Şimdi, Aylin ve eşide Sema'nın kaldığı hastaneye getirilmişlerdi. Aylin durumu iyi olduğu için ayakta tedavi görmüştü. Eşi yoğun
bakıma alınmıştı. Aylin Sema'yı tamamen unutmuş, eşinin derdine düşmüştü. Durmadan allaha yalvarıyordu "Allahım ne olur onu
benden alma!" Yalvarışları yerini bulmuştu, aradan geçen zamanda, Aylin'in eşi düzelmişti. Bu arada, hastaneye bir ceset
getirilmişti. Kimliği bilinmiyordu, kimin öldürdüğü bilinmiyordu, çöplükte bulunmuştu.

Aylin sonraki gün bütün bitkinliğine rağmen, eşinin başında kaldı. Neden sonraki Sema aklına düştü. Sema'yı soruşturdu, eşinin yattığı
odanın yanındaki odada yatıyordu, Sema'nın yanına gitti, arkadaşı henüz kendinde değildi.

Bu arada getirilen ceset, Sema'nın eşine aitti ama teşhis edecek kimse olmadığı için, otopsiye gönderilmişti. Sema acaba bu
durumu öğrenince ne düşünecekti.

Aylin hayatının erkeğinin bir an önce iyileşmesi için günlerce başında bekledi, bir yandan Sema ile ilgilendi, bir yandan eşiyle...

Aşk bazan insanı hayata bağlayan tek şey olabilir. Onu bulduğunuzda ona iyi sarılın 


                         şiiradamı

2 yorum:

şiiradamı kimdir?

şiiradamı



Ben kimim?..................

Kendimi seviyorum;

Kendimi sevmezsem başkasını sevemem ki!
Ben sevmezsem kendimi, başkasından nasıl
beklerim beni sevmelerini! Ben sevilmeye
değer birisiyim. Kendimi sürekli seveceğim.
Kendime güveniyorum;

Ben zorluklarla başedebilirim. Sorunların
altında ezilmem. Insanlar bana güvenebilir.
Küçük çıkarlar için değerli olmaktan vazgeçmem.
Ben güvenilen kişi olarak kalmaya devam edeceğim.

Ben olumlu bakış açısına sahibim;

Bardağın boş tarafı yerine dolu
tarafını görürüm. Kötümserlik kime
yaramış ki, bana yarasın! Bakış açımı
sürekli geliştireceğim, dünyaya umutla
bakacağım, umut dağıtacağım.


Ben farklılıklara saygı duyuyorum;

Herkes farklı ve özeldir. Ben de farklıyım
ve özelim. Farklılıklara zenginlik diye bakarım.
Insanlara sadece insan oldukları için değer
veririm. Herkesin aynı olmasını beklemem.

Ben toplumun diğer bireyleri ile barışığım;

Herkesin bir önemi vardır. Herkesten
öğrenilebilecek birşey vardır ve ben iyi
bir öğrenciyim. Kendimle nasıl barış
içinde yaşamam gerekiyorsa; başkaları
ile de barış içinde yaşayacağım. Keskin
sirke küpüne zarar verirmiş, kendimi
öfkeden uzak tutacağım.


Ben çağa ayak uydururum;

Teknoloji ile barışığım. Teknolojinin
nimetlerinden yararlanırım ancak
esiri olmam. Bilgi çağının gereklerine
uygun şekilde bilgiyle donanırım.
Bilgiye ulaşmak, bilgiyi kullanabilmek ve
insanlığın hizmetine sunmak için elimden
geleni yaparım.


Yaşama seyirci kalmam;

Yaşam bir tiyatro sahnesi gibidir
ve ben bu sahnede oturmak yerine
oynamayı seçiyorum. Bu sahnede
oynayacağım rolün çok önemli
olduğunu biliyorum ve bu rolü
sadece ben oynayabilirim.
Yaşamın güzelliklerini farkederek
her günümü güzel yaşayacağım.
Yaşadığım her güzel gün için
kendimi yürekten alkışlayacağım.

Ben araştırmayı severim;

Ben güzeli, iyiyi, doğruyu bulmak
istiyorum. Bunun için de aramam
gerektiğini biliyorum. Araştırma
yapmazsam aradıklarıma kavuşamam.
Araştırma yapmak için de bilgiye sahip
olmam gerekir. Bu bilgiye bile
araştırma ile ulaşabilirim. Arayışlarımda
bilim bana yol gösterici olacaktır.


Ben üreten bir birey olacağım;

Sadece tüketici olarak kalmamalıyım.
Bir değer üreten olmalıyım. Üretim
aşamalarını öğrenmeli; kullandığım,
yediğim, içtiğim şeylerin birçok
kişinin emeğiyle, katkısıyla bana
ulaştığını bilmeliyim. Kendimi topluma
yararlı şeyler üreten bir kişi olarak
hazırlamalı, topluma ileride sunacağım
şeyler için şimdiden hazırlamalıyım.


Ben öğrenmeyi öğreneceğim;

Ezbere, kulaktan dolma şeyler
beni amacıma ulaştıramazlar. Herkesin
öğrencisi, herkesin öğretmeni olabilirim.
Öğrenirken bütün duyu organlarımı kullanarak
kalıcı bir öğrenmeyi sağlayabilirim. Sadece
insanlardan değil hayvanlardan ve
bitkilerden de öğrenebilirim. Dünyada
öğrenilebilecek pek çok şey var ve
bunların çoğu işime yarayacak,
ileride işimi kolaylaştıracak...
ne mutlu bana ki, ben öğrenmekten zevk alıyorum.


Sanatsal ilgilerim olacak;

Her şiir bana bir şey öğretmeli.
Her müzik parçası beni huzurlu bir
yere götürmeli. Her heykel beni şaşırtmalı,
çizgilerin dansını büyük bir hayranlıkla
seyretmeliyim. Sanata ve sanatçılara
saygı duymalı, bir müzik aleti çalabilmek
için çaba göstermeliyim. Korolar, sergiler,
sahneler, orkestralar, beyaz perdeler
beni bekliyor olabilir. Iyi bir izleyici olmakla başlamalıyım işe...
Zamanımı iyi değerlendireceğim;

Hiç bir şey zamandan daha değerli değildir.
Geçen zamanı geri getirmek mümkün değildir.
Harcadığım her saniye benim sahip olduğum
toplam zamanımdan eksiliyor. Onun için
mutlu olmak için, başarılı olmak için bir
saniye daha beklemeyeceğim. Şu anda
içinde bulunduğum an'ı değerlendireceğim.
Boşa geçirilecek bir zamanım yok benim.
Bazılarının boş zamanı olabilir ama benim
boş zamanım olmayacak. Dolu dolu yaşayacağım.


Yeteneklerimi sürekli geliştireceğim;

Yetenekli olduğumu biliyorum. Yeteneklerimi
geliştirmemin gerek kendime, gerekse
ulusuma karşı bir sorumluluk olduğunu
hiç unutmayacağım. Yeteneklerimin sürekli
kullanmakla gelişeceğini biliyorum. Eğer
onları kullanmazsam biliyorum ki körelecekler.
Yeteneklerimi sürekli geliştirmek için sabırlı,
ısrarlı, kararlı olacağım.


Okuyacağım, yazacağım;

“Bir kitap okuyan herşeyi bilirim” dermiş,
iki kitap okuyan “Bilmediğim şeyler de var”
diye düşünürmüş. Üç kitap okuyan ise
“Hiç bir şey bilmiyormuşum” dermiş. B
en sürekli okuyarak “Bilmiş” geçinenler
yerine, bilmeyen, öğrenecek şeyi çok
olanlardan olacağım. Sadece okumayacağım,
yazacağım da! Benim de bir öyküm var ve
bunu paylaşacağım. Sürekli yazarak yazma
yetimi geliştireceğim.


Paylaşımcı biri olacağım;

Bu dünya hepimize yeter, dünyayı paylaşacağım.
Dünyamı paylaşacağım. Umutlarım herkese yeter,
umutlarımı paylaşacağım. Sevgim paylaşıldıkça
çoğalır, sevgimi paylaşacağım. Bildiklerimi
paylaşacağım. Insanlara paylaşımcı olduğumu
göstereceğim. Hayvanlarla bu dünyayı
paylaştığımızı unutmayacağım. Bitkilerle de
bu dünyayı paylaştığımızı unutmayacağım.


Ben mutlu bir bireyim;

Mutluyum çünkü varım. Mutluyum çünkü
yaşıyorum. Mutluyum çünkü bu satırları
okuyabiliyorum. Yapamadıklarımı yapacak
zamanım olduğu için, ailemin beni sevdiğini
bildiğim için, zamanımı iyi değerlendirdiğim
için, arkadaşlarım olduğu için, üretmeyi
öğrendiğim için, kendimi sürekli geliştirebildiğim
için mutluyum. Diğer insanları tanıdığım için
ama dahası ben “Ben” olduğum için mutluyum.

Ben umutlu bir bireyim;

Umutsuzluğun çoğalarak büyüdüğünü biliyorum.
Ben umutsuz değilim. Umudumu sürekli biliyorum.
Umudum olduğu müddetçe var olacağımı
unutmayacağım. Umutsuzluk saçanlardan
uzak duracağım. Umudumu asla yitirmeyeceğim.
Her zaman daha yeni, daha farklı bir seçenek
vardır. Ben hep arayacağım. Umut benim diğer adım olacak!

Yukarıda söylenenleri içtenlikle, inanarak
söylediğime emin olmanızı istiyorum. Bunları
zaman zaman tekrar ederek kendime
daha da iyi olmak için söz vereceğim.
Yeni bir beni, ben yaratabilirim. Ben
neşeyle, umutla, mutlulukla dolu bir
yaşamı kendime armağan edeceğim.
Bunlar için harcadığım ve harcayacağım
zaman, çaba ve emek buna değecek biliyorum.

Ben güzel ve özel bir insanım. Benim gibi güzel
ve özel olan bütün arkadaşlarımı, buradan saygıyla selamlıyorum.

Güzel bir dünyayı bilinçli çabalarımızla kuracağız, buna tüm kalbimle inanıyorum.


0 yorum: