Gece öyle bir susmuştu ki; ışığın bile sesi gelmiyordu. Gözlerin karanlığı delmeğe çalışması ise afaki bir eylemden öteye geçemiyordu.
Yüreklere düşen korku, ağacı yavaş yavaş öldüren bir kurt gibi, sabahı beklemeden, körpe yü
rekleri yiyip bitiriyordu sanki. Adeta ellerine yapışan soğuk metal, çoğu zaman hayatla aralarındaki tek bağ oluyordu. Sesini yitirmiş gecelerde o metalin soğuğunu hissetmek ölüm gibiydi ama azrailin ateşler halinde, alacağı can aradığı zamanlarda, o soğuk metal bir güven timsali oluyordu. Sımsıkı sarılıyorlardı soğuk metalin güven veren sıcaklığına.
Daracık mevziye sığmaya çalışan üç koca vücut, gecenin yitirilmiş sessizliğinde birbirlerine bile bakmağa korkuyorlardı. Azrailin ışıklarının ne zaman uçuşmaya başlayacağını kimse kestiremiyordu. Toprak kokusu ve kıyafetlerine yuva yapan toprak bitleri de olmasa, yaşadıklarına kendileri bile inanmayacaklardı. Gözleri hala yoğun karanlığı delip, daha güvenli bir şeyler görmeğe çalışıyordu.
Mevzidekilerden birisi elindeki silahın şarjörünü çıkardı yavaşça. Elliyle mermilerini kontrol etti ve yeniden ses çıkartmamaya gayret göstererek geri taktı. Diğerinin kafası bulanmıştı; beş saattir o pusuda sigarasız uzanıyordu. Aklına bir an annesi geldi; nasıl da geceleri sessizce gelir, onun uyuduğunu sanarak üzerini sıkıca örterdi. Sonra sıcacık, güven veren elin yüzünde hafifçe dolanırdı. Bir an yüzünde annesinin sıcak elini hissetti. Tatlı bir tebessüm belirdi yüzünde ama karanlık yüzünden kimse o tebessümü göremedi. Artık sigarasızlığıda aklına gelmiyordu, şu an annesinin yanında olmak istiyordu. Diğeriyse bütün sessizliğini geceye inat üzerine örtünmüştü. Sevgilisinin verdiği kolyeyle oynuyordu. Kimbilir aklından neler geçiyordu?
Saat sabahın altısını gösteriyordu ama onlar bunun farkında değildiler. Pusunun bitmesine bir saat kalmıştı. Hava aydınlanır aydınlanmaz, karakola döneceklerdi ve bu ölümün soğuk nefesine bulanmış karanlıktan, geceden, topraktan sıyrılacaklardı. Yeniden hayata göbek bağından bağlanacaklardı. Ta ki, diğer pusu nöbetine kadar.
Silahın soğukluğunu olanca hisseden, karanlıkla bir çıtırtı duydu. Birden o yöne doğru dikkat kesildi; silahını çevirdi. Diğerleri de onunla birlikte aynı yöne silahlarını doğrultarak dikkat kesildiler. Karanlığın içinde bir şeyler geziniyordu. Azrail bu gece yerde kurban arıyordu galiba. Tedirgin, ürkek, silahlarına yavaşça mermileri sürdüler. Çıtırtının geldiği yönü tam kestirip, orada neyin ya da kimin olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. İçlerinden birisi:
"Karanlık keskin dişlerini gösteriyor arkadaşlar, hazır olun, bu soğuk nefes..." Diye fısıldadı.
Diğeri:
"Canım bu vatana anamın ak sütü gibi helal olsun." Sesi gene fısıltıydı.
Üçü birden sustular. Yeniden aynı yönden çıtırtılar geldi. Daha dikkatli bakmağa başladılar. Tam kimdir o diyecekti ki, gözleri kör eden bir ışık parladı, aynı saniyesinde bir kor parçası pusunun dibine düştü...
....................şiiradamı
Daracık mevziye sığmaya çalışan üç koca vücut, gecenin yitirilmiş sessizliğinde birbirlerine bile bakmağa korkuyorlardı. Azrailin ışıklarının ne zaman uçuşmaya başlayacağını kimse kestiremiyordu. Toprak kokusu ve kıyafetlerine yuva yapan toprak bitleri de olmasa, yaşadıklarına kendileri bile inanmayacaklardı. Gözleri hala yoğun karanlığı delip, daha güvenli bir şeyler görmeğe çalışıyordu.
Mevzidekilerden birisi elindeki silahın şarjörünü çıkardı yavaşça. Elliyle mermilerini kontrol etti ve yeniden ses çıkartmamaya gayret göstererek geri taktı. Diğerinin kafası bulanmıştı; beş saattir o pusuda sigarasız uzanıyordu. Aklına bir an annesi geldi; nasıl da geceleri sessizce gelir, onun uyuduğunu sanarak üzerini sıkıca örterdi. Sonra sıcacık, güven veren elin yüzünde hafifçe dolanırdı. Bir an yüzünde annesinin sıcak elini hissetti. Tatlı bir tebessüm belirdi yüzünde ama karanlık yüzünden kimse o tebessümü göremedi. Artık sigarasızlığıda aklına gelmiyordu, şu an annesinin yanında olmak istiyordu. Diğeriyse bütün sessizliğini geceye inat üzerine örtünmüştü. Sevgilisinin verdiği kolyeyle oynuyordu. Kimbilir aklından neler geçiyordu?
Saat sabahın altısını gösteriyordu ama onlar bunun farkında değildiler. Pusunun bitmesine bir saat kalmıştı. Hava aydınlanır aydınlanmaz, karakola döneceklerdi ve bu ölümün soğuk nefesine bulanmış karanlıktan, geceden, topraktan sıyrılacaklardı. Yeniden hayata göbek bağından bağlanacaklardı. Ta ki, diğer pusu nöbetine kadar.
Silahın soğukluğunu olanca hisseden, karanlıkla bir çıtırtı duydu. Birden o yöne doğru dikkat kesildi; silahını çevirdi. Diğerleri de onunla birlikte aynı yöne silahlarını doğrultarak dikkat kesildiler. Karanlığın içinde bir şeyler geziniyordu. Azrail bu gece yerde kurban arıyordu galiba. Tedirgin, ürkek, silahlarına yavaşça mermileri sürdüler. Çıtırtının geldiği yönü tam kestirip, orada neyin ya da kimin olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. İçlerinden birisi:
"Karanlık keskin dişlerini gösteriyor arkadaşlar, hazır olun, bu soğuk nefes..." Diye fısıldadı.
Diğeri:
"Canım bu vatana anamın ak sütü gibi helal olsun." Sesi gene fısıltıydı.
Üçü birden sustular. Yeniden aynı yönden çıtırtılar geldi. Daha dikkatli bakmağa başladılar. Tam kimdir o diyecekti ki, gözleri kör eden bir ışık parladı, aynı saniyesinde bir kor parçası pusunun dibine düştü...
....................şiiradamı
0 yorum:
Yorum Gönder